dediğini, sonra Mustafa kemal bir nevi tarziye verip hid-
detini geri aldığını ve Mustafa kemal’in hissiyatını ve
prensiplerini rencide ettiği hâlde kendisine ilişmemesini
ve bu cebbar kumandanların âdeta eski said’den
korkmalarının risale-i nur’un ilerideki kahraman şakirt-
lerinin şahs-ı manevîsinin harika bir kuvveti ve risale-i
nur’un parlak bir kerameti olduğu yazılıyor.
vv
[Aleyhimizdeyazılan,fakatmahkemeyimes’ul
edenbirfıkradır.]
“Ayasofya’yı puthane ve Meşihatı kızların lisesi yapan
bir kumandanın keyfî kanun namındaki emirlerine fikren
ve ilmen taraftar değiliz ve şahsımız itibarıyla amel etmi-
yoruz” denilmektedir.
29.8.1948 tarihli dilekçesinde, “
Bir fikir kalbime gel-
miş, şöyle ki: Hükûmet beni tam himaye ve bana yardım
etmesi milletin maslahatına ve vatanın menfaatine çok lü-
zumlu iken beni sıkması ima eder ki, benimle mücadele
eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden
komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli resmî ma-
kamları elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise ya
bilmiyor, ya müsaade ediyor. Kahraman bir milletin ebe-
dî bir medar-ı şerefi ve Kur’ân ve cihad hizmetinde
dünyada bir pırlanta gibi pek büyük bir nişanı ve kılıçları-
nın pek büyük ve antika bir yadigârı olan Ayasofya Cami-
ini puthaneye ve Meşihat Dairesini kızların lisesine
âdeta:
sanki.
aleyh:
karşı, karşıt.
amel:
iş, uygulama, yapma.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
cebbar:
zorba.
cihad:
düşmanla savaşma, Allah
yolunda malla ve canla düşmana
karşı savaşmak.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ehemmiyetli:
önemli.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
harika:
olağanüstü.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hissiyat:
hisler, duygular.
ilmen:
ilim ile.
iltihak:
karışma, katılma.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
kanun:
yasa.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
keyfî:
kanun ve nizama uygun
olmayarak, yol ve usûle aykırı,
keyfe, arzuya, isteğe bağlı, keyifle
ilgili.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel mül-
kiyetin olmadığı iddiasında bu-
lunan düzen in mensubu olan
kimse.
kumandan:
komutan, komuta
eden.
Kur’ân:
Allah tarafından vahiy
yoluyla Hz. Muhammed’e in-
dirilmiş, semavî kitapların so-
nuncusu.
makam:
yer, mevki.
maslahat:
fayda, maksat.
medar-ı şeref:
şeref kazandı-
ran sebep.
menfaat:
fayda.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
meşihat:
şeyhülislâmlık ma-
kamı.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
müsaade:
izin.
nam:
ad.
nevi:
çeşit, tür.
puthane:
putların toplandığı
yer, putperest tapınağı.
rencide:
incinmiş, kırılmış, gü-
cendirilmiş.
resmî:
devlet adına olan.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir ce-
maatte meydana gelen manevî
şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tarziye:
hatalı bir hareketten
dolayı affını isteme, özür dile-
me.
yadigâr:
bir kimseyi veya olayı
hatırlatan eşya veya kimse.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 688 | Şualar