Şualar - page 685

Bi r inc i s i
: kur’ân-ı Hakîm’in hazine-i âliyesinin dellâl-
lığı cihetindeki muvakkat ve sırf kur’ân’a ait bir şahsiye-
tim var. onda dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var
ki, o benim değil; ben sahibi değilim. o makamın ve va-
zifenin iktiza ettiği bir seciyedir. Bende bu neviden ne gör-
seniz, benim değil; onunla bana bakmayınız, o makamın-
dır.
İ k inc i s i
: Ubudiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhîye mütevec-
cih olduğum vakit, Cenab-ı Hakkın ihsanıyla muvakkat
bir şahsiyet görünüyor ki, o şahsiyetin bazı âsârı var. o
âsâr, mana-i ubudiyetin esası olan kusurunu bilmek, fakr
ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîye iltica etmek
noktalarından ileri geliyor ki, o şahsiyetle kendimi her-
kesten ziyade bedbaht, bîçare, âciz, fakir ve kusurlu gö-
rüyorum. o vakit bütün dünya beni methüsena etse, be-
ni inandıramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemalim.
Üçüncüsü
: Hakikî şahsiyetim, yani, eski said’in boz-
ması bir şahsiyetim var. onda eski said’den irsiyet kal-
ma bazı damarlar var ki, bazen riya ve hubb-i câha bir ar-
zu bulunuyor. Hem asil bir hanedandan olmadığımdan,
hısset derecesinde iktisada düşkün ve pest ahlâklar görü-
nüyor. sizi bütün bütün kaçırmamak için bu şahsiyetimin
gizli çok fenalıklarını ve sû-i hâllerini söylemeyeceğim.
Cenab-ı Hak merhametkârâne inayetini benim
hakkımda böyle göstermiş ki, en edna bir nefer gibi bu
Şualar | 685 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
merhametkârâne:
acıyarak, mer-
hamet göstererek.
methüsena:
methedip övmek.
muvakkat:
geçici.
müteveccih:
bir cihete dönen, yö-
nelen.
nefer:
asker, er.
nevi:
çeşit, tür.
pest:
aşağı.
riya:
özü sözü bir olmamak, inan-
dığı gibi hareket etmeyiş, iki yüz-
lülük.
sahib-i kemal:
kemal sahibi, olgun
insan.
seciye:
karakter, huy, tabiat.
sû-i hâl:
durumun kötülüğü; kötü
hâl, kötü gidişat, fena hareket tar-
zı.
şahsiyet:
kişilik.
tezellül:
zillete katlanma, aşağı-
lanma.
ubudiyet:
kulluk.
vazife:
görev.
ziyade:
çok, fazla.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
asar:
eserler.
asil:
soylu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dellâl:
ilân eden, bir haberi
duyurmak için yüksek sesle
bağırarak dolaşan kimse.
dergâh-ı İlâhî:
İlâhî dergâh, sı-
ğınak, Allah katı.
edna:
en açağı, en basit, en
küçük.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık.
hakikî:
gerçek.
hanedan:
büyük ve köklü bir
haneden gelen.
hazine-i âliye:
ulvî, yüce ha-
zine.
hısset:
cimrilik, hasislik.
hubb-i câh:
aşırı şan, şöhret,
makam sevgisi, rütbe ve mevki
sevgisi ve bunlara karşı gös-
terilen hırs.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
iktisat:
tutum, lüzumundan
fazla veya eksik harcamalardan
kaçınma.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kıl-
ma.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
irsiyet:
vâris olma, mirasçılık.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
makam:
yer, mevki.
mana-i ubudiyet:
kulluğun
asıl manası.
1...,675,676,677,678,679,680,681,682,683,684 686,687,688,689,690,691,692,693,694,695,...1581
Powered by FlippingBook