Hata-Cevap 90:
İddiacı, bin dereden su toplamak gibi,
nur Şakirtlerinin birbirlerine karşı muhabbetkârâ-
ne ve hususî hissiyatlarını ve nurlardan istifadeleri-
ni, samimâne ve bazen müfritâne gösteren mek-
tuplarını bir esas yaparak, cerbezesiyle onlardan
medar-ı ittiham çıkarıp, bizi irtica ile ittiham etme-
ye çalışması öyle bir hatadır ki, kabrinde onun çok
azabını çekecek.
Meselâ, uzak bir köyde muallim Mustafa sun-
gur’un bir mektubunu hem ona, hem bize medar-ı
irtica yapıyor. Acaba o genç muallim, nurlarla ha-
kikî ve imanlı bir muallim ve masum çocuklara
hüsn-i ahlâk sahibi bir terbiye edici vaziyetine gir-
mesine şükür ve hamd manasında, “Ben eski sefa-
hat ve dalâletimden kurtuldum” demesiyle bir irti-
ca olur mu? İrtidattan çekinmek ve dalâletten sa-
kınmak ile, bir fesat, bir irtica değil, belki dersini
dinleyecek masumlar adedince bir ıslah, bir mane-
vî terakkidir.
* * *
@
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
cerbeze:
haksız yere aldatıcı söz-
lerle karşı tarafı iknaya çalışmak,
demagoji.
dalâlet:
Hak ve hakikatten sapma,
doğru yoldan ayrılma, azma.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten ve
gönülden olan.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek bildir-
me.
hissiyat:
hisler, duygular.
hüsn-i ahlâk:
güzel ahlâk, ahlâk
güzelliği.
hususî:
özel.
iddia:
davaya kalkışma, dava etme.
iman:
inanç, itikat.
irtica:
gericilik, geriye dönme,
eskiyi isteme.
irtidat:
islâm dininden çıkma,
islâm dinini terk ederek başka
bir dini kabul etme.
ıslah:
iyi duruma getirme, iyi-
leştirme, düzeltme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kabir:
mezar.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
medar-ı irtica:
irtica sebebi,
gericilik nedeni, irticaın kay-
nağı.
medar-ı ittiham:
suçlanma
sebebi.
meselâ:
örneğin.
muallim:
ders veren, öğret-
men.
müfritâne:
müfrit bir şekilde,
aşırı derecede, aşırı olarak.
muhabbetkârâne:
sevgi gös-
tererek, sevgi gösterene, mu-
habbet edene yaraşır şekilde.
şakirt:
talebe, öğrenci.
samimâne:
samimî bir şekilde,
gönülden gelen bir tavırla.
sefahat:
zevk, eğlence ve ya-
sak şeylere düşkünlük, sefih-
lik.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hâl ile Allah’ı
hamd etme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
terbiye:
eğitim; iyi ahlâk, saygı
ve edep öğrenme.
vaziyet:
durum.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 676 | Şualar