Şualar - page 673

Cevap:
kur’ân’da
(1)
p
ßr
«n
¨r
dG n
øp
e o
õ s
«`n
ªn
J o
OÉn
µ
n
J
ayetinde,
Cehennem ehl-i küfre öyle hiddet eder ki, parça-
lanmak derecesine gelir
” manasında olduğu tar-
zında, teşbih suretinde nurlara hücum hatasıyla
zemin hiddet eder ve hava ağlar ve kış kızar. Ya-
ni, emr-i İlâhî ile o mahlûklar vazifeleri içinde kuv-
vet ve kudret-i rabbaniyenin tecellisine mazhar
olup, gadab-ı İlâhîyi gösterirler; beşeri ikaz için tit-
rer, ağlar demektir.
Hata 87:
Hem, tefahura meylini gösterir, kendini mü-
ceddit bilir.
Cevap:
İddiacının, “tefahura meyli var, kendini makam
sahibi bilir” demesine cevap:
Evvelen
: “Ben Âl-i Beytten sayılabilirim” demek-
ten maksadım,
(2)
/
¬p
d'
G = '
¤n
Yn
h
duasında dâhil olmak için,
bir ricadır.
Saniyen:
nefs-i emmaremi tebrie etmem. Her fe-
nalığa meyli olabilir; fakat, o nefsin kırk sene belâ-
sını çeken ve otuz beş seneden beri onun şerlerin-
den ve heveslerinden çekilmeye çalışan ve a’mal-
de bütün kuvvetini ihlâsta gören ve o hâlini yakın
dostları müşahede eden ve nur eczaları ve onun
müstenkifâne ve müstağniyâne halkın hürmetinden
ve medihlerinden çekilmesi, onun mahviyetkârâne
meşrebine şahadet eden bir adamı bu ittiham ile
mes’ul etmek, pek insafsızca bir hatadır.
Şualar | 673 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
olma.
kudret-i rabbaniye:
her şeyi ter-
biye eden Allah’ın sonsuz kudret
ve kuvveti.
kuvvet:
güç, kudret.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafından
yaratılmış olan.
mahviyetkârâne:
tevazu göste-
rerek, alçak gönüllülükle, kendini
küçük görerek, âcizliğini ifade ede-
rek.
makam:
manevî mevki.
maksat:
gaye.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründüğü
yer; nail olma, şereflenme.
medih:
övmek.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
mes’ul:
yaptığı işlerden hesap ver-
meye mecbur olan, sorumlu.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen dinin
yüksek hizmetkârı; dine yeni bir
tarzla yaklaşan, asrın şartlarına
göre ve ortaya atılan yeni şüphe
ve taarruzlara karşı dini yorumlayıp
kuvvetlendiren büyük âlim.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müstağniyâne:
kanaatkâr davra-
narak.
müstenkifâne:
kabul etmeyerek,
çekimserce, geri durarak.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis, insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
rica:
dilek, istek.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
saniyen:
ikinci olarak.
şer:
kötülük.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tebrie:
bir kimseyi şüpheden ve
zan altından kurtarma, birini temize
çıkarma.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tefahur:
yaptıklarıyla övünme, bö-
bürlenme.
teşbih:
benzetme.
vazife:
görev.
zemin:
yeryüzü.
Âl-i Beyt:
Hz. Muhammed’in
(a.s.m.) ailesinden olan, Hz. Mu-
hammed’in (a.s.m.) ev halkı.
a’mal:
ameller, işler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beşer:
insanlık.
dâhil:
girme, içinde olma.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i küfür:
Allah’ın varlığına
ve birliğine inanmayanlar, din-
sizler, imansızlar.
emr-i İlâhî:
Allah’ın emri.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk
olarak.
gadab-ı İlâhî:
Allah’ın gazabı.
heves:
bir şeye karşı duyulan
istek, arzu.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hücum:
saldırma.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli kar-
şılık beklemeksizin, sırf Allah
rızası için yapma.
ikaz:
dikkat çekme, uyarma,
uyandırma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
1.
Neredeyse öfkeden parçalanacak. (Mülk Suresi: 8.)
2.
Ve [Salât ve selâm] onun Ehl-i Beyti üzerine olsun.
1...,663,664,665,666,667,668,669,670,671,672 674,675,676,677,678,679,680,681,682,683,...1581
Powered by FlippingBook