said’in müddet-i hayatında mantıkî ve galibâne mü-
cadele-i ilmiyesi, iddiacının bu isnat ve ittihamını
tekzip ve reddeder.
Hata-Cevap 89:
İddiacı, eski zamanda ehl-i sünnete
karşı, Hasan sabbah, Bâtıniyyun mezhebiyle ve
Şeyhü’l-Cebel bir galat-ı Şia tarikıyla meydana çı-
kıp siyasî sarsıntı vermeleri gibi, said’i onlara ben-
zetmesi ve ittiham etmesi pek acip bir yanlıştır.
evet, sünnete muhalif hareket etmemek ve siya-
sete karışmamak için yirmi üç sene işkenceli esa-
reti, hapsi, ihanetleri kabul eden ve siyasete girme-
mek için bütün dünyevî rütbelerinden yüzünü çevi-
ren bîçare said’i onlara benzetmek öyle soğuk bir
hatadır ki, bu günlerde hararetli ümitlerimizi kıran
o iddianın aynı zamanında gelen kar ve soğuktan
daha bâriddir.
Hem iddiacı, güya dünyada ebedî kalınacak ve
herkes her cihetle dünya maksatlarına çalışıyor iti-
kadında bulunur gibi, diyor: “said inkılâp aleyhin-
de ve emniyeti ihlâl fikriyle mukaddesatı alet yapıp,
halkı fesada teşvik ediyor” diye ittihamı, öyle bir
yanlıştır ki, nur’un bütün kudsî hakikatlerinin ve ta-
lebelerinin uhrevî alâkaları, onu reddederler. o id-
diacı bilsin ki, bir tek hakikat-i imaniyeyi dünya sal-
tanatıyla değiştirmeyiz; ve bir tek nükte-i kur’âni-
yenin, bir paşalık rütbesinden daha ziyade yanımız-
da ehemmiyeti var.
Şualar | 675 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
seye verilen maddî-manevî sıkıntı,
zulüm.
isnat:
dayandırma, mal etme, bir
şeyi bir kimseye ait gösterme.
itikat:
inanç, iman.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maksat:
gaye.
mantıkî:
akla uygun, mantık kai-
delerine uygun, mantıklı.
mezhep:
bir dinin bazı noktalarda
görüş farkları bulunan kollarından
her biri.
mücadele-i ilmiye:
ilim yoluyla
yapılan savaş, cihad.
müddet-i hayat:
ömür müddeti,
yaşam süresi, bir kimsenin ömrü.
muhalif:
zıt, karşıt, aykırı.
mukaddesat:
mukaddes olan şey-
ler, kutsal şeyler, mübarek, aziz,
temiz, yüce olarak kabul edilen
şeyler.
nükte-i Kur’âniye:
Kur’ân’a ait
nükte, Kur’ân-ı Kerîm’deki çok ince
ve zarif mana.
red:
kabul etmeme.
rütbe:
askerlerin ve polislerin sahip
olduğu resmî derece, mevki.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
Şeyhû’l-Cebel:
Haşhaşîler denilen
İsmailîlerin reisi; Hashaşîlerin lideri
olan Hasan Sabbah.
siyaset:
politika.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
sünnet:
Hz. Muhammed’in (a.s.m.)
Kur’ân dışında, Müslümanlara örnek
olan mübarek söz, fiil ve emirleri,
kabulleri veya takrirleri.
talebe:
öğrenci.
tarik:
yol, meslek, seçilen tarz.
tekzip:
yalanlama, yalan olduğunu
söyleme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
bârid:
soğuk.
Batıniyyun:
Kur’ân ve hadis-
lerdeki zahirî manaların dışında
gizli ve örtülü manaları bulmak
iddiasında olan batıl bir tarikat
ve o fikirdekiler.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
Ehl-i Sünnet:
İslam’ı ilk günkü
safiyetiyle kabul ederek dinden
olmayan şeyleri karıştırmayıp,
Hz. Peygamberin sünnetinden
ve yolundan ayrılmayanlar.
emniyet:
güvenlik, kanun ve
nizam hâkimiyetinin sağlan-
ması.
esaret:
esirlik, harb esirliği,
tutsaklık.
fesat:
bozukluk, karışıklık, ni-
fak.
galat-ı Şia:
Şiîlerin hataları.
galibâne:
galip gelmiş gibi,
galip sıfatıyla.
güya:
sanki.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i imaniye:
imana ait
olan gerçek.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk,
heyecanlılık.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ihanet:
hainlik, kötülük etme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
inkılâp:
bir hâlden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-