beraat etmiş ve otuz seneden beri siyaseti terk et-
miş bir bîçare hakkında bu gizli cemiyet isnadının
ittihamı öyle büyük ve insafsızca ve zalimâne bir ha-
tadır ki, ona temas edenlerden zerre kadar aklı bu-
lunan, “Bu yalandır ve asılsızdır” der.
Hata 83, 84, 85:
İddiacı demiş: said’in gizli düşmanı
yok. Ve onu zehirleyen yok. Ve zındık namını ver-
diği ve kırk seneden beri said onların ehl-i iman
hakkındaki ifsadatına karşı kur’ân’ın hakikatleri ile
mukabele ettiği bir komite yoktur. Belki, onu taz-
yik eden bir kısım memurlara zındık ve münafık di-
yor.
Cevap:
İddiacının bu ittihamı, hem kaç vecihle hata ve
yalan, hem bîçare ve aldanmış ve vazife itibarıyla
said’i hapis veya tazip etmiş, bir kısım Müslüman
ve ehl-i iman memurlara, o münafık ve zındık ta-
birini vermek büyük bir cinayettir. Ve bu dindar
milleti bir tahkir ve ittihamdır ki, said mükerrer
demiş: “o vazifeperver Müslümanlar nurlara zarar
vermeyen ve istifade eden adliye memurları beni
idamla mahkûm etseler, hakkımı onlara helâl ede-
rim” deyip, mümkün olduğu kadar musalâhakârâ-
ne onların vazifelerine dokunacak harekâttan çeki-
nen bir münzevi ve garip adam hakkında bu itti-
ham büyük bir günah ve bir iftiradır. Hâlbuki,
said’i bilenler bilirler ki, mümkün olduğu kadar
tekfirden çekinir. Hatta, sarih küfrü bir adamdan
Şualar | 671 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
münafık:
kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen, kâfirliğini
gizleyerek Müslüman gibi davra-
nan.
münzevi:
inzivaya çekilen, köşeye
çekilmiş, yalnız.
musalâhakârâne:
barış içinde, ba-
rışarak.
nam:
ad, isim.
sarih:
açık, aşikâr.
siyaset:
politika.
tabir:
ifade, söz.
tahkir:
hakaret etme, küçük gör-
me, şeref ve haysiyetini incitme.
tazip:
Azap verme, eziyet etme,
eziyette bulunma.
tazyik:
sıkıntı verme, baskı yap-
ma.
tekfir:
birini küfürle suçlama, bir
kimseyi yaptığı bir işten veya bir
sözden dolayı kâfir sayma.
vazife:
görev.
vazifeperver:
vazife sever, çalış-
mayı seven, vazifesini sevip ona
bağlı olan.
vecih:
cihet, yön.
zalimâne:
zalimce, zulmedercesi-
ne.
zerre:
pek ufak parça, en küçük
parça.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
garip:
kimsesiz, zavallı.
günah:
mes’uliyet, sorumluluk,
vebal.
hakikat:
gerçek, esas.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
iddia:
davaya kalkışma, dava
etme.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
düzensizlik meydana getirme.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itibar:
değer.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
mukabele:
karşılık verme, kar-
şılama.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.