Hata 60, 61, 62, 63:
İstinat ettiği hadisler zayıf ve hat-
ta mevzu olmakla beraber, tevilleri yanlış ve aslı
yoktur.
Cevap:
Bütün ümmet bin seneden beri telâkki-i bilkabul
ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ulemanın
başka tevillerle bir derece zaafiyetine hükmettikle-
rine mukabil, cumhur-i muhaddisîn ve ümmet-i
Muhammediye (
AsM
) kabul ettiği; ahirzamanda ge-
len bazı hâdiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri
tevil, yani mümkün bir ihtimal manasıyla bu za-
manda vukua gelen ve gözle görülen hâdiselere
tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir
ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o hadislerden bi-
risi mevzu da olsa, mevzuun manası “hadis değil”
demektir, yoksa manası yanlıştır demek değildir
ki, darbımesel nev’inde, ümmet o rivayeti kabul et-
miş. Bu nevi tevilâta yanlış diyenler, kaç cihette
yanlış olduğu gibi, ümmetin telâkkisine ihanet ve
hadisleri inkârdır. Ve “süfyana dair hiçbir hadis
yoktur; varsa mevzudur” diyen müddei, hiç hadis
kitaplarını okumadığı, belki kur’ân’ın surelerinin
ne kadar olduğunu bilmediği hâlde, biri bir milyon,
diğeri beş yüz bin hadisi hıfzına alan İmam-ı Ah-
med ibni Hanbel ve İmam-ı Buharî gibi müçtehit-
lerin, böyle küllî ve umumî bir tarzda cesaret ede-
medikleri hâlde, o müddei, küllî bir surette ve
umumî bir tarzda “süfyan hakkında hiçbir hadis
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cesaret:
cesurluk, yiğitlik, yürek-
lilik.
cihet:
yön.
cumhur-i muhaddisîn:
hadis
imamlarının çoğunluğu.
dair:
alakalı, ilgili.
darbımesel:
atasözü, vecize.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim adam-
ları.
faraza:
sözün gelişi, söz gelişi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hâdise:
olay.
hıfz:
ezberleme.
hükmetme:
karar vermek, inanca
varmak.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ihtimal:
olabilirlik.
inkâr:
reddetme, inanmama, kabul
ve tasdik etmeme.
istinat:
delil, dayanak.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize isnat
ettiği haberler, uydurma ha-
disler.
müçtehit:
ayet ve hadislerden
şer’î hükümler çıkarabilen, ge-
rekli bütün ehillik şartlarına
sahip olan, geniş ve derin bilgili
din âlimi.
müddei:
dava eden, davacı.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
mukabil:
karşılık.
mutabık:
birbirine uyan, uy-
gun.
nevi:
çeşit, tür.
rivayet:
Hz. Peygamber’den
nakledilen hadis.
Süfyan:
ahirzamanda geleceği
ve ümmetin karanlık günler
yaşamasına sebep olacağı sa-
hih hadislerde bildirilen deh-
şetli, dinsiz ve münafık şahıs.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
tarz:
biçim, şekil, suret.
telâkki:
anlama, kabul etme.
telâkki-i bilkabul:
olduğu ve
rivayet edildiği gibi kabul edilip
inanılması.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açık-
lamasında, geçerli bir delil veya
sebepten dolayı, ayeti ilk ba-
kışta görünen manasından alıp,
taşıdığı diğer manalardan, bir
veya birkaçı ile tefsir etme.
tevil:
yorumlama, yorum.
tevilât:
yorumlamalar.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
ümmet-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in ümmeti; Hz.
Muhammed’e (a.s.m.) bağlı olan
ve yolundan gidenler.
umumî:
herkese ait, genel.
vuku:
olma, meydana gelme.
zaafiyet:
zayıflık.
zaif:
zayıf.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 662 | Şualar