yoktur; varsa mevzudur” demesiyle, haddinden bin-
ler defa tecavüz edip, büyük bir hatayı irtikâp etmiş.
Farzımuhal olarak, hadis de olmasa, ümmet-i İslâ-
miyede bir hakikat-i içtimaiye ve müteaddit defalar
eseri görülmüş, vaki ve hak bir hâdise-i istikbaliye-
dir.
Hata 64:
İrsiyette kadın ve erkeğin müsavatı aleyhinde
olduğu gibi, medenî kanunları kabul etmediğinden,
inkılâp aleyhindedir
.
Cevap:
otuz sene evvel medenî kanunlara istinat edip
kur’ân’ın bir-iki ayetini tenkit eden ve doktor du-
zi’nin kitabını ifsat için neşreden bir-iki münafığa
karşı bazı ayetlerin cerh edilmez bir tarzda tefsirini
şimdi yazılmış gibi telâkki edip medar-ı mes’uliyet
etmek, kur’ân’ın o ayetlerini inkâr etmek hükmün-
de bir hatadır.
Hata 65:
Süfyan ve bir İslâm Deccali Mustafa Kemal ol-
duğu Beşinci Şuada anlaşılıyor
.
Cevap:
Beşinci Şua, küllî bir surette çok zaman evvel mü-
teşabih bir hadisin bir tevilini beyan etmesi ve iti-
raznamemde kat’î cevabı verilmesi; bu zahir yanlı-
şı ve medar-ı mes’uliyet olması büyük hata olduğu-
nu gösteriyor. eğer mes’uliyet varsa, bu ince, küllî
manayı böyle cüz’î bir şahsa tatbik edip, mahkeme-
de teşhir eden kimse mes’ul ve suçlu olur.
Şualar | 663 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
küllî:
umumî, genel.
medar-ı mes’uliyet:
sorumluluk
sebebi.
mes’uliyet:
mes’ul olma hâli, so-
rumluluk.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize isnat
ettiği haberler, uydurma hadisler.
münafık:
kalbinde küfrü gizlediği
hâlde Müslüman görünen, kâfirliğini
gizleyerek Müslüman gibi davra-
nan.
müsavat:
müsavilik, eşitlik, her
bakımdan aynı derecede olma.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteşabih:
manası açık olmayan,
mecazî manaya elverişli olan ayet
ve hadisler.
neşir:
yayma,yayım, herkese du-
yurma.
Süfyan:
ahirzamanda geleceği ve
ümmetin karanlık günler yaşama-
sına sebep olacağı sahih hadislerde
bildirilen dehşetli, dinsiz ve münafık
şahıs.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tatbik:
uydurma, uygulama.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve ha-
rekette ileri gitme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
telâkki:
anlama, kabul etme.
tenkit:
eleştirme.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdığı
diğer manalardan, bir veya birkaçı
ile tefsir etme.
ümmet-i İslâmiye:
İslâm ümmeti,
Müslümanlar.
vaki:
olmuş, meydana gelmiş.
zahir:
açık, âşikar.
aleyh:
karşı, karşıt.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cerh:
yaralama, bir iddiayı, fikri
çürütme, reddetme.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
deccal:
kıyamet zamanına ya-
kın meydana çıkarak fitne ve
fesada sebep olacağı, İslâmî
şeairi tahrip edeceği, tarihte
görülmemiş zulümleri nifakla
aldatarak yapacağı hadis-i şe-
riflerde belirtilmiş yalancı ve
zararlı şahıs.
evvel:
önce.
farzımuhal:
imkânsızı farz
etme, olmayacak bir şeyi ola-
cakmış gibi düşünme.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
hâdise-i istikbaliye:
gelecekte
meydana gelecek olaylar.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat-i içtimaiye:
sosyal
gerçek, içtimaî realiteler.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
düzensizlik meydana getirme.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
inkılâp:
değişme, dönüşüm,
köklü değişme.
irsiyet:
miras paylaşımı, vera-
set intikali.
irtikâp:
kötü, fena ve günah
teşkil edecek bir iş yapma,
kötü iş işleme.
istinat:
dayanma, delil olarak
kabul etme.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.