Hata 50, 51:
Bu seylap ve zelzelelerden Risale-i Nur’un
ve binnetice kendisinin kerametiyle kurtulmuşlar-
dır. Ve masumlar ve çocuklar o belâlardan zarar
görmüşler; Said bunu izah etmemiş ve edememiş-
tir.
Cevap:
risale-i nur’un mükerrer yerlerinde yazılmış ki,
zalimlere gelen musibetlerde masumların telef olan
malları sadaka ve vefat edenler de şehit hükmünde
olduğunu beyan, bu yanlışını ve sathîliğini gösterir.
Hata 52:
Hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu inkâr yolu-
na sapmak gibi bir tezada düşmüştür
.
Cevap:
risale-i nur’dan kader risalesi olan Yirmi Altın-
cı sözün sırr-ı kaderi emsalsiz bir surette beyanı ve
imanın erkânlarını risale-i nur’un harika bir tarz-
da ispatı meydanda iken, böyle bir iftira, garazkâr-
lıktan başka bir şey değildir.
Hata 53:
Nur Şakirtlerinin bazıları ona bir Mehdîlik de
tevcih etmişlerdir
.
Cevap:
İtiraznamemde kat’î hüccetlerle onun bu hatası
reddedilmiş. Hem hiçbir vakit, değil böyle büyük
makamları, belki küçük medih ve hüsnüzan ile
nefs-i emmaresine bir benlik vermemek için red-
dettiği, mahkemelerde de görülmüştür.
belâ:
musibet, sıkıntı.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
emsalsiz:
benzersiz.
erkân:
rükünler, esaslar.
garazkâr:
kinli, düşmanlık güden,
garazı olan, kötü kasıt sahibi.
harika:
olağanüstü.
hüccet:
delil.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya bir
hâdisenin iyiliği hakkındaki vicdanî
ve iyi kanaat.
iftira:
aslı olmadan birine suç yük-
leme, olmayan bir suçu baş-
kasına yükleme.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir
konuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz
anlatma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâller
veya tabiatüstü hâdiseler.
makam:
manevî mevki.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
medih:
övmek.
Mehdî:
bazı hadislere göre kı-
yamet yaklaşınca zulmü ve
şirki ortadan kaldırarak ina-
nanlara saadet ve adaleti ge-
tirecek Ehl-i Beytin neslinden
gelen imam.
nefs-i emmare:
insanı kötü-
lüğe sürükleyen nefis, insana
kötü ve günah olan işlerin ya-
pılmasını emreden nefis.
red:
kabul etmeme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer:
kötülük.
seylap:
sel.
sırr-ı kader:
kader sırrı, kaderin
hikmeti.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tevcih:
yöneltme, çevirme;
mana verme, yorumlama.
tezat:
birbirine zıt olma, bir-
birinin tersi olma, zıtlık, aykı-
rılık.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 658 | Şualar