Hata 14:
zülfikar
ve
Asa-yı Mûsa
’nın gizli satılmasına
...
Cevap:
doğrudan doğruya diyanet riyasetine berâ-i ma-
lûmat bu mecmuaların gönderilmesi, hem alenen
İstanbul’da ciltlenmesi ve İstanbul’daki mühim zat-
lara, hatta bazı kitapçılara –ki, Hindistan’a kadar
gönderilmek için– gönderilmesi, gizli satılmadığını,
belki ilânatla, teşhir edilmekle satıldığı bu hatasını
gösteriyor.
Hata 15:
“
Yüz kırk sure Kur’ân” demesine
...
Cevap:
kur’ân yüz on dört sure olduğunu kur’ân’ı oku-
yan herkes bildiği hâlde, sathîliği ve aceleliği bu
acip yanlışa sevk etmiş.
Hata 16:
Kur’ân-ı Kerîm’e âdeta bir nazire
...
Cevap:
Bin defa hâşâ! risale-i nur kur’ân’ın bu asırda
bir mu’cize-i maneviyesinin bir âyinesi ve ondan te-
reşşuh etmiş bir tefsiri olduğuna bütün nurcuların
ve risale-i nur’daki yazıları görenlerin kanaatleri,
bu yanlışı tekzip ediyor.
Hata 17:
Risale-i Nur yüz kırk parçadan ibaret olan
...
Cevap:
Müdafaatımda belki pek çok defalar lüzumu için
“yüz otuz parça” diye tekrarımız, bu yanlışını gös-
teriyor.
Şualar | 649 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
114 bölümden her biri.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tekzip:
yalanlama, yalan olduğunu
söyleme.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
teşhir:
ilan etme, herkese duyur-
ma; sergileme.
zat:
kişi, şahıs.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âdeta:
sanki.
alenen:
açıkça, açıktan açığa,
gizlemeden, herkesin önünde.
asr:
yüzyıl.
âyine:
ayna.
berâ-i malûmat:
bilgi ve ma-
lûmat için, bilgi vermek için.
Diyanet riyaseti:
Diyanet İşleri
Başkanlığı.
gaye:
maksat, hedef.
haşa:
asla, kat’iyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
ibaret:
meydana gelen, oluşan,
müteşekkil.
ilânat:
ilânlar.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
Kur’ân-ı Kerîm:
Kur’ân; Hz.
Muhammed’e vahiyle indirilen
en son İlâhî kitap.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası,
tabiatı, niteliği.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
mevzu:
konu.
mu’cize-i manevîye:
manevi-
yatla ilgili mu’cize.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
nazire:
örnek, karşılık, misil,
bir şeye benzetilerek yapılan
şey.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
perakende:
tek, ayrı ayrı.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı