Üçüncüsü
: Benim mahkemedeki davamı tasdikleridir.
Yani, mahkemeye dedim: “kusur varsa, bütün o kusur
benimdir; nur talebeleri halis ve masum olup, imanları
için nurlara çalışmışlar. İşte o ehl-i vukuf dahi nurcuları
kurtarıyorlar; bütün kusuru bana veriyorlar. Ben de onla-
ra, Allah sizden razı olsun derim.
Yalnız, merhum Hasan Feyzi ve merhum Hafız Ali’yi
ve o iki mübarek şehidin sisteminde ve vârislerinden iki-
üç zatı benim suçuma şerik etmişler. Fakat, bir cihette
sehvetmişler. Çünkü, o zatlar, kusurda değil, belki hiz-
met-i imaniyede benden ileri ve benim hatalarımdan mü-
berra olarak, zaafiyetime merhameten inayet-i İlâhiye ta-
rafından bana yardımcı verilmişler.
•
İkinci Nokta
: o ehl-i vukuf, Beşinci Şuadaki riva-
yetlerin bir kısmına zayıf ve bir kısmına mevzu demişler
ve tevillerinin bir kısmına yanlış demişler ki; bu Afyon’da,
aleyhimizde iddianame o tarzda yazılmış ve on beş sahi-
fede seksen bir yanlış yaptığını bir cetvelde ispat etmişiz.
Muhterem ehl-i vukuf o cetveli görsünler. Bir tek numu-
nesi şudur:
İddiacı demiş
: “Bütün tevilleri yanlıştır ve o rivayet-
ler, ya mevzu veya zayıftır.”
Biz dahi deriz
: tevil demek, yani bu mana bu hadisten
murat olmak mümkündür, muhtemeldir demektir. Man-
tıkça o mananın imkânını reddetmek ise, muhaliyetini is-
pat etmek ile olur. Hâlbuki, o mana, göz ile göründüğü
ve tahakkuk ettiği gibi, hadisin mana-i işarî tabakasının
Şualar | 639 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
merhameten:
acıyarak, merhamet
ederek.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mevzu:
yalancıların uydurduğu ve
hadis diye Peygamberimize isnat
ettiği haberler, uydurma hadisler.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müberra:
temize çıkmış, aklanmış;
müstesna, azade.
muhaliyet:
imkânsızlık, imkânsız
oluş.
muhtemel:
ihtimal dâhilinde, ola-
bilir.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
murat:
maksat, meram.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
numune:
örnek.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerine ve fikirlerine taraftar
olan, Risale-i Nur’ları okuyup neş-
reden kimse.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
rivayet:
Hz. Peygamberin hadis-
lerinin nakledilmesi.
sahife:
sayfa.
sehiv:
hata, yanlışlık.
tabaka:
kat, katman.
tahakkuk:
gerçekleşme, meydana
gelme, olma.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açıkla-
masında, geçerli bir delil veya se-
bepten dolayı, ayeti ilk bakışta
görünen manasından alıp, taşıdığı
diğer manalardan, bir veya birkaçı
ile tefsir etme.
tevil:
yorumlama, yorum.
vâris:
vefat eden bir kimsenin mal
ve mülkünü kullanmaya yetkili
olan.
zaafiyet:
zayıflık, güçsüzlük, der-
mansızlık.
zat:
kişi, şahıs.
aleyh:
karşı, karşıt.
cihet:
yön.
dava:
mahkeme toplantısı, du-
ruşma, celse.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
şerik:
ortak.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
iman:
inanç, itikat.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kusur:
eksiklik, özür, suç, ka-
bahat.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mantık:
doğru düşünme, akla
uygun söz söyleme, hüküm
verme usul, esas ve kuralla-
rından bahseden ilim.