benimle ciddî görüşen ehl-i insaf zatların ve arkadaşların
şahadetleriyle iddia ediyorum ki; ben, nefs-i emmaremi
elimden geldiği kadar hodfüruşluktan, şöhretperestlik-
ten, tefahurdan men’e çalışmışım. Ve şahsıma ziyade
hüsnüzan eden nur talebelerinin, belki yüz defa hatırla-
rını kırıp, cerh etmişim. Ben, “Mal sahibi değilim, kur’-
ân’ın mücevherat dükkânının bir bîçare dellâlıyım” dedi-
ğimi, hem yakın dostlarım, hem kardeşlerimin tasdikle-
riyle ve emarelerini görmeleriyle, ben değil dünyevî ma-
kamatı ve şan ve şerefi şahsıma kazandırmak, belki ma-
nevî büyük makamat faraza bana verilse de, fakat hiz-
metteki ihlâsıma nefsimin hissesi karışmak ihtimaline bi-
naen, korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeye
karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim hâlde,
mahkeme-i âlînizde güya en büyük bir siyasî mesele gi-
bi, bana karşı bazı kardeşlerimin nurdan istifadelerine
manevî bir şükran olarak, ben kabul etmediğim hâlde,
pederinden çok fazla hürmet etmesini medar-ı sual ve
cevap yaptınız, bir kısmını inkâra sevk ettiniz ve bize
hayretle dinlettirdiniz. Acaba, kendi razı olmadığı ve
kendini lâyık bulmadığı hâlde, başkaların onu methetme-
leriyle o bîçareye bir suç tevehhüm edilebilir mi?
Hamisen
: kat’iyen size beyan ediyorum ki; hiçbir
cemiyetçilik ve cemiyetler ile ve siyasî cereyanlarla hiçbir
alâkası olmayan nur talebelerini cemiyetçilik ve siya-
setçilikle itham etmek, doğrudan doğruya, kırk seneden
beri İslâmiyet ve iman aleyhinde çalışan gizli bir zındıka
komitesi ve bu vatanda anarşiliği yetiştiren bir nevi
Şualar | 631 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
ihtimal:
olabilirlik.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama, kabul
ve tasdik etmeme.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
itham:
kabahatli görme, töhmet-
lendirme, suçlu görme, suçlama,
suç isnat etme.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış gizli cemiyet.
lâyık:
vasıfları, nitelikleri, özü, ha-
reket ve davranışlarıyla bir şeyi
elde etmeye hak kazanmış olan.
mahkeme-i âlî:
yüce mahkeme,
birinci derecedeki (üstün) mahke-
me.
makamat:
makamlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medar-ı sual:
soru sebebi.
medih:
övmek.
men:
yasak etme, engelleme, mâni
olma.
mesele:
önemli konu.
mücevherat:
mücevherler, elmas,
yakut, zümrüt v.b. süs taşlarıyla
süslenmiş ziynet eşyaları.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
peder:
baba.
razı:
rıza gösteren, kabul eden.
sevk:
yöneltme.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tefahur:
yaptıklarıyla övünme, bö-
bürlenme.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
… -den dolayı, bu se-
bepten.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyetçilik:
cemiyet taraf-
tarlığı, particilik, grupçuluk.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cerh:
yaralama.
dellâl:
ilân eden, bir haberi
duyurmak için yüksek sesle
bağırarak dolaşan kimse.
dünyevî:
dünyaya ait.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
faraza:
sözün gelişi, söz gelişi.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
iyi ün.
şöhretperest:
şöhret düşkünü,
şöhrete çok önem veren, şöh-
reti her şeyin üstünde tutan.
şükran:
iyiliğe karşı gösterilen
iyi tavır, gönül borcu, minnet-
tarlık.
güya:
sanki.
hamisen:
beşinci olarak, be-
şincisi, beşinci derece.
hisse:
pay, nasip.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meğe çalışan, kendini satan,
övünen, övüngen.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli