•
İkinci nokta
: Makam-ı iddia, cerbezesiyle, binler me-
sail içinde bir iki meseleye, hatırımıza gelmeyen bazı ma-
nalar vererek bizi ittiham ediyor. Hâlbuki, o mesailler, nu-
run büyük mecmualarında var. Mısır Camiü’l-ezher ule-
ması ve Şam-ı Şerif büyük âlimleri ve Mekke-i Mükerre-
me ve Medine-i Münevvere’nin müdakkik hocaları ve Ha-
lep ve saire, hususan diyanet riyasetinin muhakkik âlim-
leri onları görüp kemal-i takdirle tahsin ve tasdik ettikleri
hâlde, hocavari ve âlimâne bazı ilmî itirazları bu iddiana-
mede hayretle ve taaccüple gördüm. Haydi, bazı yanlış-
larım bulunsa bile, binler âlimlerin görmedikleri veya iliş-
medikleri itiraznamedeki o yanlışlar, hakikî olsa da, bir
suç olamaz; yalnız ilmî bir hata olabilir.
Hem üç mahkeme, bütün risale-i nur’u ve bizleri be-
raat ettirdi. Yalnız eskişehir Mahkemesi bir tesettür-i
nisvan meselesine dair Yirmi dördüncü lem’anın on beş
kelimesini sebep gösterip bana ve yüzde on beş arkadaşı-
ma hafifçe bir ceza verdi. size takdim ettiğim tetimme-i
itirazımda üç yüz elli bin tefsirin hükmüne ittiba ile o tef-
sirim için mahkûmiyetimi, “rûy-i zeminde adalet varsa,
o hükmü kabul etmez” diye yazmışım. Makam-ı iddia, bin
dereden su getirir gibi, yirmi seneden beri yazılan kitap
ve mektupların bazı cümlelerini zekâvetiyle aleyhimize çe-
virmeye çalışmış. Hâlbuki, bu noktada bizi beraat ettiren
üç değil, belki beş-altı mahkeme bu mevhum suçta bize
şerik oluyorlar. Ben o âdil mahkemelerin haysiyetine iliş-
memek lâzım geliyor diye, makam-ı iddiaya hatırlatıyo-
rum.
Şualar | 623 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
mahkûmiyet:
hüküm giyme, hü-
kümlülük.
makam-ı iddia:
mahkemede bir
hakkın sabit olduğunu dava eden,
savcı.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
Medine-i Münevvere:
Nurlu Me-
dine şehri.
Mekke-i Mükerreme:
keremli,
aziz, mukaddes Mekke şehri.
mesail:
meseleler.
mevhum:
hakikatte olmayan, ve-
him ve hayal ürünü olan.
müdakkik:
tetkik eden, inceden
inceye araştıran.
nokta:
konu, konu ile ilgili önemli
bölüm.
rûy-i zemin:
yeryüzü.
taaccüp:
şaşma, hayret etme, şa-
şakalma.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
takdim:
arz etme, sunma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tesettür-i nisvan:
kadınların ör-
tünmesi.
tetimme-i itiraz:
itiraza ilâve edi-
len, itirazın tamamlanması için ek-
lenen; son itiraz dilekçesi.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vesaire:
ve başkaları, bunun gibi-
leri.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
âdil:
adaletli olan, doğruluk
gösteren.
aleyh:
karşı, karşıt.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
âlimâne:
bilerek, bilene yakışır
tarzda.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cerbeze:
haksız yere aldatıcı
sözlerle karşı tarafı iknaa ça-
lışmak, demagoji.
dair:
alâkalı, ilgili.
Diyanet riyaseti:
Diyanet İşleri
Başkanlığı.
Şam-ı Şerif:
şerefli Şam şehri,
Suriye’ni başkenti.
şerik:
ortak.
hakikî:
gerçek.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
hocavari:
hocaya benzer su-
rette, hoca gibi.
hüküm:
emir, buyruk.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kemal-i takdir:
takdirin en
mükemmeli.