dünya siyasetine karışmaktan çekinmişim; hatta, telifi ve
muhabereyi de bırakmıştım. Yalnız tekrarat-ı kur’âniye
ve meleklere dair iki nükteden başka telif etmedim. Ve
haftada bir mektup, bir yere nurlara teşvik için yazardım.
Hatta, müftü olan öz kardeşime ve yirmi sene yanımda
talebelik eden ve beni çok merak eden ve bayram tebrik-
leri yazan o biraderime üç senede üç-dört mektup yaz-
dım. Memleketimdeki biraderime yirmi senede hiç yaz-
madığım hâlde, iddianamede beni emniyeti ihlâl suçu ile
ittiham edip ve cerbeze ile eski nakaratı tazeleyerek, “İn-
kılâba karşı geliyor” demiş.
Buna karşı deriz: Yirmi sene zarfında yirmi bin nur
nüshalarını merak ve kabul ile okuyan yirmi bin, belki yüz
bin adamdan, altı mahkeme ve alâkadar on vilâyetin za-
bıtaları, emniyeti ihlâle dair hiçbir maddeyi kaydetmeme-
si gösteriyor ki, hakkımızda, binler ihtimalden ancak bir
tek ihtimal ile, bir imkâna kat’î vukuat nazarıyla bakıyor.
Hâlbuki, iki-üç ihtimalden bir ihtimal olsa, eseri görülmez-
se, hiçbir suç olmaz. Hem, binler ihtimalden bir ihtimal
değil, belki her adam, hem aleyhime hücum eden müd-
dei, çok adamları öldürebilir, anarşist ve komünist hesa-
bına emniyeti, asayişi bozabilir, emniyeti ihlâl edebilir.
demek böyle pek acip ve ifratkârâne imkânatı vukuat ye-
rinde istimal etmek, adliyeye ve kanuna karşı ihanettir.
Hem her hükûmette muhalifler bulunur. Yalnız fikren
muhalefet, bir suç olmaz. Hükûmet ele bakar, kalbe bak-
maz. Ve bilhassa vatan ve millete zararsız çok hizmeti ve
Şualar | 617 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
reddüde mahal bırakmayan.
komünist:
bütün malların ortaklaşa
kullanıldığı ve özel mülkiyetin ol-
madığı iddiasında bulunan düzen
in mensubu olan kimse.
mahkeme:
dava, duruşma.
memleket:
bir insanın doğup bü-
yüdüğü yer.
müddei:
dava eden, davacı.
müftü:
il ve ilçelerde din işlerine
bakan ve dinî meselelerle ilgilenen
görevli kimse.
muhabere:
haberleşme.
muhalefet:
birinin düşüncesine
zıt düşüncede bulunma, karşı koy-
ma, bir düşünce, fiil veya harekete
karşı durma.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren, uymayan, bir fiil veya
düşünceye karşı gelen.
nakarat:
çok sık tekrarlanmaktan
dolayı bıkkınlık veren söz.
nazar:
bakış, fikir.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
talebe:
öğrenci.
tekrarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
tekrarlamaları, Kur’ân’da tekrarla-
nan ibare, mevzu ve ayetler.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
vilâyet:
il.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hadi-
seler, olaylar.
zabıta:
şehir güvenliğini sağlamakla
vazifeli bulunan idare, polis.
zarfında:
süresince.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşist:
hiçbir düzen ve oto-
rite tanımayan, karışıklık ve
bozgunculuktan yana olan, on-
dan fayda uman kimse.
asayiş:
kanun ve nizam hâki-
miyetinin sağlanması.
bilhassa:
özellikle.
birader:
kardeş, erkek kardeş.
cerbeze:
haksız yere aldatıcı
sözlerle karşı tarafı iknaa ça-
lışmak, demogoji.
dair:
alâkalı, ilgili.
emniyet:
güvenlik.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
hücum:
saldırma.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
ifratkârâne:
aşırı giderek.
ihanet:
hainlik, kötülük etme,
arkadan vurma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtimal:
olabilirlik.
imkân:
mümkün olma, olabi-
lirlik.
imkânat:
imkânları olabilirli-
likler, olması ve olmaması ih-
timal dahilinde olanlar.
inkılâp:
değişme, dönüşüm,
köklü değişme.
istimal:
kullanma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-