aNKara’NINaLTIMaKaMaTINavEafYoNağIr
CEZaMahKEMESiNEvEriLENMÜdafaaNIN
iTiraZNaMETETiMMESivELâYihaSIdIr.
Afyon Mahkemesine beyan ediyorum ki; artık yeter;
sabır ve tahammülüm kalmadı! Yirmi iki sene sebepsiz
bir nefiy içinde daimî tarassutlarla, hem tecrid-i mutlak ve
haps-i münferit tarzında beni sıkmakla beraber altı mah-
keme iki-üç meseleden başka risale-i nur’un yüz kitabın-
da medar-ı mes’uliyet bulmadığı hâlde, evham yüzünden
ve imkânatı vukuat yerinde istimal etmek cihetiyle, ka-
nunsuz, bizi üç defa hapse sokup, yüz binler lira, nur Şa-
kirtlerine zarar vermek, dünyada emsali hiç vuku bulma-
mış bir gadirdir ki; istikbal ve nesl-i ati –pek şiddetli ola-
rak– bunun o zalim müsebbiplerini lânetle yâd edecekle-
ri gibi, mahkeme-i kübrada dahi cehennemin esfel-i safi-
lînine atmakla o zalimleri mahkûm edeceklerine kat’î ka-
naatimizle şimdiye kadar bir derece teselli bulup, sükût
ederek tahammül ediyorduk. Yoksa hakkımızı tam mü-
dafaa edebilirdik.
İşte, on beş sene zarfında altı mahkeme, yirmi sene
nur risalelerini ve mektuplarımızı tetkik edip, beşi bize
her cihetle beraat vermek manasıyla ilişmediler. Yalnız
eskişehir Mahkemesi tek bir mesele olan tesettür-i nisâ
hakkındaki bir küçük risalenin beş-on kelimesini bahane
ederek, lâstikli bir kanun ile hafif bir ceza verdiği zaman,
Mahkeme-i temyizden sonra lâyiha-i tashihimde
kanunsuzluğun yalnız tek bir numunesi olarak resmen
Şualar | 609 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
mahkeme.
Mahkeme-i Temyiz:
temyiz mah-
kemesi; mahkeme kararlarının yo-
lunda verilip verilmediğini tetkik
etmekle görevli makam; Yargıtay.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
makamat:
makamlar.
medar-ı mes’uliyet:
sorumluluk
sebebi.
mesele:
önemli konu.
müdafaa:
savunma.
müsebbip:
sebep olan, ortaya çık-
masına yol açan.
nefiy:
sürme, sürgün etme, ceza-
landırarak başka bir yerde ikamet
etmeye mecbur etme; sürgün.
nesli ati:
gelecek nesil.
numune:
örnek.
resmen:
resmî olarak, resmî bir
şekilde.
sabır:
dayanma, katlanma, zor-
luklara dayanma gücü.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tecrid-i mutlak:
hiç kimse ile gö-
rüşememek, hücre hapsi.
teselli:
avunma.
tesettür-i nisâ:
kadınların örtün-
mesi.
tetimme:
bit konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım,
ek.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
vku:
olma, meydana gelme.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hadi-
seler, olaylar.
yâd:
anma, hatıra getirme.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
zarfında:
süresince.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cihet:
yön.
daimî:
sürekli, devamlı.
emsal:
eşler, benzerler.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı, Cehennemin en aşağı
tabakası.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
gadir:
zulüm, hainlik.
haps-i münferit:
tek başına
olan hapis.
imkânat:
imkânları olabilirlikler,
olması ve olmaması ihtimal
dâhilinde olanlar.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man, ati.
istimal:
kullanma.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz
dilekçesi.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
lâhika:
ek, ilâve.
lânet:
Allah’ın rahmetinden
mahrumluk; Allah’ın af ve mer-
hametinden uzak olma.
lâyiha-i tashih:
düzeltme ya-
zısı.
mahkeme:
dava, duruşma; hü-
küm yeri: davaların görülüp
hükme bağlandığı yer.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bü-
tün insanların diriltilerek Allah
huzurunda hesaba çekileceği