kalan kafasını bir seyyareye çarpması, bir kıyamet kop-
masına sebep olması akıldan uzak değildir. evet, kur’ân,
Arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır; cazibe-i
umumiyeden ziyade, zemini muhafaza ediyor. İşte bu
kur’ân-ı Azîmüşşan’ın hakikî ve kuvvetli bir tefsiri olan
risale-i nur, bu asırda, bu vatanda, bu millete yirmi se-
neden beri tesirini göstermiş büyük bir nimet-i İlâhiye ve
sönmez bir mu’cize-i kur’âniyedir. Hükûmet ona ilişmek
ve talebelerini ondan ürkütüp vazgeçirmek değil, belki hi-
maye etmek ve okunmasına teşvik etmek gerektir.
•
Üçüncüsü
: ehl-i imandan bütün gelenler, maziye
gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruh-
larına bağışlamalarıyla yardımlarına binaen, denizli Mah-
kemesinde demiştim:
“Mahkeme-i kübrada, milyarlar ehl-i iman olan dava-
cılar tarafından kur’ân hakikatlerine hizmet eden nur ta-
lebelerini, mahkûm ve perişan etmek isteyenlerden ve siz-
lerden sorulsa ki, ‘serbestiyet kanunuyla dinsizlerin, ko-
münistlerin neşriyatlarına ve anarşiliği yetiştiren cemiyet-
lerine musamahakârâne bakıp ilişmediğiniz hâlde, vatanı
ve milleti anarşistlikten ve dinsizlik ve ahlâksızlıktan ve va-
tandaşlarını ölümün idam-ı ebedîsinden kurtarmaya çalı-
şan risale-i nur ve talebelerini, hapisler ve tazyiklerle pe-
rişan etmek istediniz’ diye sizlerden sorulsa, ne cevap ve-
receksiniz? Biz de, sizlerden soruyoruz” onlara demiştim.
o zaman o insaflı, adaletli zatlar bizi beraat ettirdiler, ad-
liyenin adaletini gösterdiler.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli
ve dengeli oluş.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
anarşi:
her türlü düzen ve otoriteye
karşı koyarak karışıklığı meydana
getirme durumu.
anarşist:
hiçbir düzen ve otorite
tanımayan, karışıklık ve bozgun-
culuktan yana olan, ondan fayda
uman kimse.
arş:
dokuzuncu ve en sonuncu
gök tabakası, göğün en yüksek
katı.
asır:
yüzyıl.
beraat:
temize çıkma; bir davanın
neticesinde suçsuz olduğu anla-
şılma.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cazibe-i umumîye:
umumî bir ca-
zibe, genel çekim gücü.
cemiyet:
topluluk, birlik.
dava:
iddia.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
hablullah:
Allah’ın ipi.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler, ha-
yırlar.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa git-
mek olarak görme.
kanun:
yasa.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
Kur’ân-ı azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
mağfiret:
Allah’ın, kullarının
günahlarını bağışlaması, ört-
mesi, affetmesi; İlâhî merha-
met, gufran.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bü-
tün insanların diriltilerek Allah
huzurunda hesaba çekileceği
mahkeme.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
mazi:
geçmiş zaman.
mu’cize-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait mu’cize.
muhafaza:
koruma.
müsamahakârâne:
hoşgörülü
bir şekilde.
neşriyat:
yayınlar.
nimet-i İlâhîye:
Allah’ın nimeti,
Allah’ın lütfu, Allah’ın ihsanı,
Allah’ın bahşettiği her türlü rı-
zık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
serbestiyet:
serbestlik, rahat
ve serbest olma hâli.
seyyare:
gezegen.
talebe:
öğrenci.
tazyik:
sıkıntı verme, baskı
yapma.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tesir:
etki.
zat:
kişi, şahıs.
zemin:
yeryüzü.
ziyade:
çok, fazla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 602 | Şualar