varken, beni sıkması ima eder ki; kırk seneden beri, be-
nim ile mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi on-
lara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehem-
miyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyor-
lar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor” diye
çok emareler bana endişe veriyor...
reis Bey! Müsaadenizle çok hayret ettiğim bir şeyi so-
racağım. neden hiç siyasete karışmadığım hâlde, ehl-i si-
yaset beni bütün hukuk-ı medeniyeden ve hukuk-ı hürri-
yetten, belki hukuk-ı hayattan ıskat ediyorlar? Hatta, yüz
cinayeti bulunan gibi, beni üç buçuk ay tecrid-i mutlak
içinde hayatıma suikast edenler, on bir defa zehirleyen
gizli düşmanlarımın şerrinden beni muhafazaya çalışan
çok dikkatli kardeşlerimin ve sadık hizmetçilerimin de be-
nim ile temaslarını yasak etmişler ve ihtiyarlık ve gurbet
ve hastalık içinde, yalnızlığımdan daimî ünsiyet ettiğim
mübarek ve zararsız kitaplarımın mütalâasından dahi be-
ni mahrum etmişler?
Müddeiumuma çok rica ettim ki, “Bana bir kitabımı
ver.” Vaat ettiği hâlde, vermedi. Yalnız olarak büyük, ki-
litli, soğuk bir koğuşta meşgalesiz durmaya mecbur edip,
alâkadar memurları ve hademeleri bana karşı dostluk ve
teselli vermek yerinde, âdeta adavetkârâne bakmaya teş-
vik ediyorlar. Bir küçük numunesi şudur:
Müdüre, müddeiumuma, mahkeme reisine bir istida
yazdım. Bir kardeşime gönderdim; tâ bilmediğim yeni
hurufla yazsın. Ve yazıldı, onlara verildi. güya büyük bir
suç işlemişim diye, benim pencerelerimi mıhladılar. Ve
Şualar | 611 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
mıhlamak:
çivilemek, çivi ile çak-
mak.
mahkeme:
hâkimler heyeti.
mahrum:
bir şeye sahip olamayan,
yoksun.
makam:
memuriyet, memurluk
yeri.
mecbur:
zorunda kalma.
meşgale:
iş güç, iş, uğraş, meşgu-
liyet, meşgul olunan şey.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücadele:
savaşma, çatışma, kav-
ga.
müddeiumum:
savcı.
muhafaza:
koruma.
müsaade:
izin.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, tetkik etme.
numune:
örnek.
reis:
başkan.
resmî:
devlet adına olan.
rica:
dileme, isteme.
sadık:
sözünde, işinde doğru olan,
dostluğu ve bağlılığı içten olan.
siyaset:
politika.
suikast:
birini öldürmeye kast
etme, birini öldürmek kastıyla sin-
sice plan kurma.
tecrid-i mutlak:
hiç kimse ile gö-
rüşememek, hücre hapsi.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk.
vaat:
söz verme, ahit.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ıskat:
düşürme, hükümsüz bı-
rakma.
adavetkârâne:
düşmancası-
na.
âdeta:
sanki.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adam-
ları, politikacılar.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
endişe:
kaygı.
şer:
kötülük.
gurbet:
yabancı yere gidip kal-
ma, doğup büyünülen yerler
dışında kalma.
güya:
sanki.
hademe:
hizmetçiler, hizmet
görenler, hadimler.
hukuk-ı hayat:
yaşama hakkı,
hukuku.
hukuk-ı hürriyet:
hürriyetin
getirdiği haklar.
hukuk-ı medeniye:
medenî
hukuk, temel hak ve hürri-
yetler.
huruf:
harfler.
iltihak:
karışma, katılma.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
istida:
resmî makamlara bir
işin yapılmasını, yerine getiril-
mesini istemek maksadıyla
yazılan yazı, dilekçe, arzuhâl.
koğuş:
hastahane, kışla, ha-
pishane gibi umumî binalarda
çok sayıda kişinin oturmasına
veya yatmasına mahsus büyük
oda.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.