faydası bulunan ve sonra hayat-ı içtimaiyeye karışmayan
ve tecrid-i mutlakta yaşattırılan ve eserleri âlem-i İslâm’ın
en mühim merkezlerinde kemal-i takdir ve tahsin ile kar-
şılanan
(HaşİYe)
bir adam hakkında, bu pek acip ve asılsız
ittihamları yapanlar, anarşilik, belki komünistlik hesabına
bilmeyerek istimal ediliyor diye, endişe ediyoruz.
Bazı emarelerle bildim ki; gizli düşmanlarımız, nurun
kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset manasını hatırlatan
mehdîlik davasını tevehhüm ile, güya nurlar buna bir
alettir diye çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki,
benim şahsıma karşı bu işkenceler bu evhamlarından ile-
ri geliyor. Ben o gizli zalim düşmanlara ve onları aleyhi-
mizde dinleyenlere deriz: Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir va-
kit böyle haddimden tecavüz edip, iman hakikatlerini
şahsiyetime bir makam-ı şanüşeref kazandırmaya alet
HaşİYe:
Bu eserleri hakkında makam-ı iddia, iddianamesinde yüz yan-
lışından, sekseninci yanlışında demiş ki: “Beşinci Şua’daki teviller yan-
lıştır.”
Elcevap:
Beşinci Şua’da “Allahü a’lem bir tevili budur” cümlesi de-
nildiğinden, manası budur ki: “Bu hadisin bir ihtimali ile manası bu ol-
mak mümkündür” demektir. Bu ise mantıkça tekzibi kabil değil. Yalnız
muhaliyetine ispat ile tekzip edilebilir.
Saniyen:
Yirmi seneden beri, belki kırk seneden beri benim muarız-
larım ve risale-i nur’a itiraza çalışanlar hiçbir tevilimizi ilmen, mantı-
ken reddetmedikleri ve o muarız ulemalarla beraber nur Şakirtlerinin
binler âlimleri tasdik edip, “fîhi nazarun” demedikleri hâlde; kur’ân’ın
kaç sure olduğunu bilmeyen bunu inkâr ile karşılasa, ne kadar insaf
haricinde olduğunu insafınıza havale ediyorum.
Elhâsıl,
tevilin manası, hadisin veyahut ayetin birçok manalarından
bir mümkün ve muhtemel manası demektir.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve otoriteye
karşı koyarak karışıklığı meydana
getirme durumu.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
dava:
iddia.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
endişe:
kaygı.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
şahsiyet:
kişilik.
güya:
sanki.
haşa:
asla, katiyen, öyle değil,
Allah göstermesin.
haşiye:
dipnot.
hakikat:
gerçek, esas.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
iman:
inanç, itikat.
istimal:
kullanma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kıymet:
değer.
kemal-i tahsin:
güzel bulma-
nın en mükemmeli, en mü-
kemmel beğenme.
kemal-i takdir:
takdirin en
mükemmeli.
komünist:
bütün malların or-
taklaşa kullanıldığı ve özel mül-
kiyetin olmadığı iddiasında bu-
lunan düzen in mensubu olan
kimse.
makam-ı şanüşeref:
şan ve
şeref makamı.
Mehdî:
bazı hadislere göre kı-
yamet yaklaşınca zulmü ve
şirki ortadan kaldırarak ina-
nanlara saadet ve adaleti ge-
tirecek Ehl-i Beytin neslinden
gelen imam.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
sümme haşa:
kat’iyen olmaz,
Allah esirgesin.
tahsin:
beğenme, güzel bul-
ma.
tecavüz:
haddini aşma, söz ve
harekette ileri gitme.
tecrid-i mutlak:
hiç kimse ile
görüşememek, hücre hapsi.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma; gerçekte var
olmayanı var kabul etme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 618 | Şualar