Şualar - page 619

etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım
ve yüz otuz nur risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık
eden binler zatlar şahadet ederler.
evet, nur Şakirtleri biliyorlar ve mahkemelerde hüc-
cetlerini göstermişim ki; şahsıma değil bir makam, şanü-
şeref ve şöhret vermek ve uhrevî ve manevî bir mertebe
kazandırmak, belki bütün kanaat ve kuvvetimle ehl-i ima-
na bir hizmet-i imaniye yapmak için, değil yalnız dünya
hayatımı ve fânî makamatımı, belki lüzum olsa ahiret ha-
yatımı ve herkesin aradığı uhrevî bâkî mertebeleri feda
etmeyi, hatta cehennemden bazı bîçareleri kurtarmaya
vesile olmak için, lüzum olsa cenneti bırakıp cehenneme
girmeyi kabul ettiğimi, hakikî kardeşlerim bildikleri gibi,
mahkemelerde dahi bir cihette ispat ettiğim hâlde; beni
bu ittihamla nur ve iman hizmetime bir ihlâssızlık isnat
etmekle ve nurların kıymetlerini tenzil etmekle milleti
onun büyük hakikatlerinden mahrum etmektir.
Acaba, bu bedbahtlar dünyayı ebedî ve herkesi kendi-
leri gibi dini ve imanı dünyaya alet ediyor tevehhümüyle,
dünyadaki ehl-i dalâlete meydan okuyan ve hizmet-i ima-
niye yolunda hem dünyevî, hem lüzum olsa uhrevî hayat-
larını feda eden ve mahkemelerde dava ettiği gibi, bir tek
hakikat-i imaniyeyi dünya saltanatıyla değiştirmeyen ve
siyasetten ve siyasî manasını işmam eden maddî ve
manevî mertebelerden ihlâs sırrı ile bütün kuvvetiyle
kaçan ve yirmi sene emsalsiz işkencelere tahammül edip,
siyasete imanî meslek itibarıyla tenezzül etmeyen
Şualar | 619 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
başka bir karşılık beklemeksizin,
sırf Allah rızası için yapma.
iman:
inanma, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
isnat:
dayanma, dayandırma.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
itibar:
değer.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kıymet:
değer.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kuvvet:
güç, kudret.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
mahkeme:
dava, duruşma.
mahrum:
bir şeye sahip olamayan,
yoksun.
makam:
yer, mevki.
makamat:
makamlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mertebe:
derece, basamak.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sistem.
sır:
gizli hakikat.
saltanat:
sultanlık, padişahlık, hü-
kümdarlık.
siyaset:
politika.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tenezzül:
kendine aykırı düşen
bir işi veya durumu kabul etme,
alçalma.
tenzil:
kıymetten düşürme, de-
ğerini indirme.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
vesile:
aracı, vasıta.
zat:
kişi, şahıs.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, za-
vallı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dava:
iddia.
dünyevî:
dünyaya ait.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
emsalsiz:
benzersiz.
fânî:
ölümlü, geçici.
feda:
gözden çıkarma, uğruna
verme.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şanüşeref:
şan ve şeref.
şöhret:
herkesçe bilinme, ta-
nınma durumu, ün.
hakikat:
gerçek.
hakikat-i imaniye:
imana ait
olan gerçek.
hakikî:
gerçek.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hüccet:
delil.
hususan:
bilhassa, özellikle.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
işmam:
biraz duyurma, çıtlat-
ma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
1...,609,610,611,612,613,614,615,616,617,618 620,621,622,623,624,625,626,627,628,629,...1581
Powered by FlippingBook