iddiaNaMEdE
BENiMhaKKIMdadörTESaSvar:
Birinci Esas
: güya bende tefahur ve hodfüruşluk
var ve kendimi müceddit biliyorum.
Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdî-
lik isnadını hiç kabul etmediğimi bütün kardeşlerim şaha-
det ederler. Hatta denizli’deki ehl-i vukuf, “eğer said
mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” de-
diklerine mukabil; said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben
seyyid değilim. Mehdî, seyyid olacak” diye onları reddet-
miş.
İkinci Esas
: neşriyatı gizlemesi.
gizli düşmanlar yanlış mana verdirmesin. Yoksa, siya-
sete ve dünya asayişine temas cihetiyle değildir. Hem,
eski harf ile teksir makinesini bir bahane bulmasınlar.
Mustafa kemal’e karşı nurun tokadı ise
(HaşİYe)
altı mah-
keme ve Ankara makamatı bilmiş, ilişmemişler ve bize
Şualar | 613 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
neşriyat:
yayınlar.
red:
reddetme, kabul etmeme.
siyaset:
politika.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tarz:
şekil, biçim.
tefahur:
yaptıklarıyla övünme, bö-
bürlenme.
teksir:
çoğaltma.
zelzele:
deprem.
asayiş:
kanun ve nizam hâki-
miyetinin sağlanması.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
belâ:
felâket, musibet, sıkıntı.
cihet:
yön.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
güya:
sanki.
haşiye:
dipnot.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meğe çalışan, kendini satan,
övünen, övüngen.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü haller
veya tabiatüstü hadiseler.
kuvvet:
güç, kudret.
mahkeme:
dava, duruşma.
makamat:
makamlar.
medar-ı ittiham:
suçlama kay-
nağı, sebebi.
Mehdî:
hadislere göre ahirza-
manda tevhidi esas alarak ima-
nı muhafaza edip İslâmiyeti
hurafelerden ve bid’alardan
arındırarak zamanın anlayışına
göre yenileyecek olan âlim ve
önder zat.
müceddit:
hadis-i şerifle, her
asır başında geleceği müjde-
lenen dinin yüksek hizmetkârı;
dine yeni bir tarzla yaklaşan,
asrın şartlarına göre ve ortaya
atılan yeni şüphe ve taarruzlara
karşı dini yorumlayıp kuvvet-
lendiren büyük âlim.
mükerrer:
tekrar tekrar; tekrar
eden.
HaşİYe:
İddianamede yanlış bir mana verip, nurun kerametlerinden to-
kat tarzındaki bir kısmını, medar-ı ittiham saymış: güya nurlara hücum
zamanında gelen zelzele gibi belâlar, nurun tokatlarıdır! Hâşâ, sümme
hâşâ! Biz öyle dememişiz ve yazmamışız. Belki mükerrer yerlerde hüc-
cetleriyle demişiz ki:
“Nurlar makbul sadaka gibi, belâların def’ine ve-
siledir. Ne vakit Nurlara hücum edilse, Nurlar gizlenir, musibetler fırsat
bulup, başımıza geliyorlar.”
evet nurun binler şakirtlerinin tasdik ve müşahedeleriyle, yüzler vu-
kuat ve hâdisat ile tesadüf ihtimali olmayan o hâdisatın tevafukları; ve
kur’ân’ın müteaddit işaret ve tevafukatıyla, hatta mahkemelerde kıs-
men gösterildiği cihetle, kat’î kanaatimiz var ki; tevafukat, risale-i
nur’un makbuliyetine bir ikram-ı İlâhîdir ve kur’ân hesabına nurlara bir
nevi kerametlerdir.