onların şerrinden muhafaza için
(1)
o
?«/
c
n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
kal’asına iltica ederiz.
•
Sekizincisi
: geçen sene ruslar, çoklukla hacıları
hacca gönderip, onlarla propaganda yapıp ki, ruslar baş-
ka milletlerden ziyade kur’ân’a hürmetkâr diye, âlem-i
İslâm’ı din noktasında bu vatandaki dindar millet aleyhi-
ne çevirmeye çalıştığı aynı zamanda, risale-i nur’un bü-
yük mecmuaları hem Mekke-i Mükerreme’de, hem Me-
dine-i Münevvere’de, hem Şam-ı Şerif’te, hem Mısır’da,
hem Halep’te âlimlerin takdirleri altında kısmen intişar-
larıyla o komünist propagandasını kırdığı gibi, âlem-i
İslâm’a gösterdi ki, türk milleti ve kardeşleri eskisi gibi
dinine ve kur’ân’ına sahiptir ve sair ehl-i İslâm’ın dindar
büyük bir kardeşi ve kur’ân hizmetinde kahraman ku-
mandanıdır diye o ehemmiyetli, kudsî merkezlerde o nur
mecmuaları bu hakikati gösterdiler. Acaba nurun bu kıy-
mettar hizmet-i milliyesi bu tarz işkencelerle mukabele
görse, zemini hiddete getirmez mi?
•
Dokuzuncusu
: denizli müdafaatında izahı ve ispatı
bulunan bir meselenin kısacık bir hülâsasıdır.
Bir dehşetli kumandan deha ve zekâvetiyle ordunun
müspet hasenelerini kendine alıp ve kendinin menfi sey-
yielerini o orduya vererek, o efrat adedince haseneleri,
gazilikleri bire indirdiği ve seyyiesini o ordu efradına is-
nat ederek onların adedince seyyieler hükmüne getirdi-
ğinden, dehşetli bir zulüm ve hilâf-ı hakikat olmasından,
Şualar | 605 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
izah:
açıkça ortaya koyma, bir ko-
nuyu ayrıntılarıyla, eksiksiz anlat-
ma.
kal’a:
büyük hisar.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kumandan:
komutan.
mecmua:
tertip ve tanzim edilmiş
şeylerin hepsi, koleksiyon.
Medine-i Münevvere:
Nurlu Me-
dine şehri.
Mekke-i Mükerreme:
keremli,
aziz, mukaddes Mekke şehri.
menfi:
olumsuz, müspet olma-
yan.
mesele:
önemli konu.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
müspet:
olumlu, yapılması mem-
nuniyet veren.
propaganda:
bir inanç, düşünce,
doktrin v.b. ni başkalarına tanıtmak,
benimsetmek amacını güden ve
çeşitli vasıtalarla yapılan faaliyet.
sair:
diğer, başka, öteki.
Şam-ı Şerif:
şerefli Şam şehri, Su-
riye’ni başkenti.
şer:
kötülük.
seyyie:
fenalık, kötülük, çirkinlik.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
zekâvet:
zekilik; çabuk anlama,
kavrama kabiliyeti.
zemin:
yeryüzü.
ziyade:
çok, fazla.
zulüm:
haksızlık.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyh:
karşı, karşıt.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi
kimse.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
efrat:
fertler.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
hakikat:
gerçek, esas.
hasene:
hayırlı amel, Allah rı-
zasına uygun iş.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe aykırı,
hakikate muhalif, gerçeğe ve
hakikate zıt.
hizmet-i milliye:
millî hizmet.
hükmüne:
yerine, değerine.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hürmetkâr:
hürmet eden, say-
gılı.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
intişar:
yayılma, dağılma, neş-
rolunma.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî-manevî sı-
kıntı, zulüm.
isnat:
dayanma, dayandırma.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Suresi: 173.)