hürmetinden çekinmek olan bir hâlet-i ruhiyeyi taşıyan
ve yirmi sene hayatının şahadetiyle ve binler türk kıy-
mettar zatların tasdikiyle, dindar, müttakî bir türk’ü lâ-
kayt çok kürdlere tercih eden, hatta mahkemede Hafız
Ali gibi kuvvetli imanı bulunan bir türk kardeşini, yüz
kürd’e değiştirmediğini ispat eden ve hürmet ve ihtiram
görmemek için zaruret olmadan halklarla görüşmeyen ve
camie gitmeyen ve kırk seneden beri bütün kuvvetiyle,
bütün âsârıyla İslâmiyet’in uhuvvetine ve Müslümanların
birbirine muhabbetine çalışan ve türk milleti kur’ân’ın
bayraktarı ve sena-i kur’âniyeye mazhar olduğu için o
milleti çok seven ve hayatını onlar içinde geçiren bir
adam hakkında, sabık vali resmî lisan ile ihanet için pro-
paganda yapmak ve dostlarını ürkütmek için “o
kürd’dür, siz türk’sünüz; o Şafiîdir, siz Hanefîsiniz” de-
yip, herkesi ürkütüp ondan çekindirmeye çalışması ve yir-
mi senede ve iki mahkemede, tarz-ı kıyafeti değiştirilme-
ye mecbur edilmeyen ve şapka yarı askerin başından
kalkmasıyla beraber, münzevi bir adamın zorla başına
şapka giydirmeye cebretmeyi hangi maslahat, hangi ka-
nun buna müsaade eder?
Dokuzuncusu
: Çok mühimdir,
(HaşİYe)
kuvvetlidir, fa-
kat siyasete temas ettiği için sükût ediyorum.
HaşİYe:
İslâm hükûmetlerinde Hristiyan ve Yahudî bulunması ve Hris-
tiyan ve Mecusî hükûmetlerinde Müslümanlar bulunduğu gösteriyor ki,
idare ve asayişe bilfiil ilişmeyen muhaliflere kanunca ilişilmez. Hem
imkânat, medar-ı mes’uliyet olamaz. Yoksa herkes bir adamı öldürebi-
lir diye, herkesi bu imkânat ile mahkemeye vermek lâzım gelir.
asar:
eserler.
bayraktar:
bayrak taşıyan, alem-
dar.
cebir:
zor, zorlama, baskı yapma.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla ria-
yet eden, dininin emirlerini yerine
getiren, mütedeyyin.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh hâli,
psikolojik durum, insanın manevî
hâli, iç durumu.
Hanefî:
İmam-ı Azam Ebu Hani-
fe’nin mezhebinden olan.
haşiye:
dipnot.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ihtiram:
hürmet etme, saygı gös-
terme.
iman:
inanç, itikat.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kanun:
yasa.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kuvvet:
güç, kudret.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
lisan:
dil.
maslahat:
uygun iş.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
mecbur:
zorunda kalma.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
müsaade:
izin.
müttakî:
kendisini Allah’ın sev-
mediği fena şeylerden koruyan;
haramdan ve günahtan çeki-
nen, takva sahibi, dindar.
propaganda:
bir inanç, düşün-
ce, doktrin v.b. ni başkalarına
tanıtmak, benimsetmek ama-
cını güden ve çeşitli vasıtalarla
yapılan faaliyet.
resmî:
devletin olan, devlete
ait, devletle ilgili.
sabık:
geçen, önceki.
Şafiî:
Şafiî mezhebinden olan
kimse.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
sena-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın öv-
güsü.
siyaset:
politika.
sükût:
susma, sessiz kalma.
tarz-ı kıyafet:
giyim şekli, gi-
yim tarzı, kıyafet biçimi.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
zaruret:
zorunluluk, mecburi-
yet.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 600 | Şualar