Şualar - page 591

Ben, sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza da beş pa-
ra vermem ve hiç ehemmiyeti yok. Çünkü, ben, kabir ka-
pısında, yetmiş beş yaşındayım. Böyle mazlum ve masum
bir-iki sene hayatı şehadet mertebesiyle değiştirmek, be-
nim için büyük saadettir. risale-i nur’un binler hüccetle-
riyle kat’î imanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezke-
residir. eğer zahirî idam da olsa, bizim için bir saat zah-
met, ebedî bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur.
Fakat, siz ey gizli düşmanlar ve zındıka hesabına adli-
yeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle sebepsiz meşgul eden
insafsızlar! kat’î biliniz ve titreyiniz ki, siz idam-ı ebedî ile
ve ebedî haps-i münferit ile mahkûm oluyorsunuz. İntika-
mımız sizden pek çok muzaaf bir surette alınıyor görüyo-
ruz. Hatta size acıyoruz.
evet,
bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm ha-
kikatinin elbette hayattan ziyade bir istediği var; ve onun
idamından kurtulmak çaresi, insanların her meselesinin
fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir
ihtiyac-ı zarurîsi ve kat’îsidir
. Acaba, bu çareyi kendine
bulan risale-i nur Şakirtlerini ve o çareyi binler hüccet-
ler ile bulduran risale-i nur’u adî bahaneler ile ittiham
edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında
müttehem oluyor, divaneler de anlar!
Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmayan bir
siyasî cemiyet vehmini veren, üç maddedir:
Şualar | 591 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlığa
uğramış.
mertebe:
derece, basamak.
mesele:
önemli konu.
meşgul:
bir işle uğraşan, işgal
eden.
mezaristan:
mezarlık.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
müttehem:
itham olunan, kendi-
sinden şüphe edilen, suçlu sayılan,
suçlanan.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki misli,
katmerli.
nazar:
bakış, nezdinde.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet:
mutluluk.
şehadet:
şehitlik, şehit olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
suret:
biçim, şekil, tarz.
terhis:
izin verme, serbest bırak-
ma.
tezkere:
belge, pusula.
vehim:
zan, şüphe.
zahirî:
görünürde.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
adliye:
mahkeme, yargılama
işleriyle uğraşan daire.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
cemiyet:
topluluk, birlik.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehemmiyetli:
önemli.
fevkinde:
üstünde.
hakikat:
gerçek.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
hüccet:
delil.
idam:
yok olma.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
ihtiyac-ı kat’î:
kesin, zorunlu
ihtiyaç.
ihtiyac-ı zarurî:
yaşamak için
gerekli olan ihtiyaç.
iman:
inanç, itikat.
intikam:
öç alma, kendisine,
bulunduğu topluluğa veya be-
nimsediği bir şeye karşı yapılan
tecavüze, kötülüğe karşılık ver-
me, misillemede bulunma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kabir:
mezar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
1...,581,582,583,584,585,586,587,588,589,590 592,593,594,595,596,597,598,599,600,601,...1581
Powered by FlippingBook