dârülfünun talebelerine ve her nevi esnafa birer cemiyet
namı verilse, bize de o neviden bir cemiyet namı verilebi-
lir.
eğer dinî hissiyatla emniyet-i dâhiliyeyi ihlâl edecek bir
cemaat namı veriyorsanız, buna mukabil deriz: Yirmi se-
ne zarfında bu fırtınalı hâlde nur Şakirtleri hiçbir yerde
hiçbir vukuatla emniyet-i dâhiliyeye ilişmemeleri ve iliştik-
leri ne hükûmetçe ve ne de mahkemelerce kaydedilme-
mesi, bu ittihamı çürütüyor.
eğer hissiyat-ı diniyeyi kuvvetlendirmesinden istikbal-
de emniyet-i dâhiliyeye zarar verebilir diye bir cemiyet na-
mı verilmiş ise, buna mukabil deriz:
Evvelen
: Başta diyanet riyaseti, bütün vaizler aynı hiz-
meti görüyorlar.
Saniyen
: risale-i nur Şakirtlerinin, değil emniyete ve
asayişe zarar vermek, belki bütün kuvvet ve kanaatleriy-
le milleti anarşilikten muhafaza ve emniyet ve asayişi te-
min etmek için çalıştıklarına delil ise, birinci esasta beyan
edilmiş.
Evet, biz bir cemaatiz. Hedefimiz ve programımız, ev-
velâ kendimizi, sonra milletimizi idam-ı ebedîden ve da-
imî, berzahî haps-i münferitten kurtarmak ve vatandaşla-
rımızı anarşilikten ve serserilikten muhafaza etmek ve iki
hayatımızı imhaya vesile olan zındıkaya karşı Risale-i
Nur’un çelik gibi hakikatleriyle kendimizi muhafazadır.
Şualar | 583 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
istikbal:
gelecek zaman.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kuvvet:
güç, kudret.
mahkeme:
hüküm yeri: davaların
görülüp hükme bağlandığı yer.
muhafaza:
koruma.
mukabil:
karşılık.
nam:
ad, isim.
nevi:
çeşit, tür.
riyaset:
reislik, başkanlık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
saniyen:
ikinci olarak.
serseri:
ötede beride başı boş ge-
zen, işsiz, güçsüz.
talebe:
öğrenci.
temin:
sağlama.
vaiz:
vaaz eden, ibadet yerlerinde
dinin emir ve yasaklarını anlatarak
nasihat eden din görevlisi.
vesile:
aracı, vasıta.
vukuat:
vuku bulan şeyler, hâdi-
seler, olaylar.
zarfında:
süresince.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
asayiş:
kanun ve nizam hâki-
miyetinin sağlanması; rahat
huzur, korku ve endişeden
uzak olma.
berzahî:
kabir hayatıyla ilgili,
berzah âlemi ile ilgili.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cemiyet:
topluluk, birlik.
daimî:
sürekli, devamlı.
dârülfünun:
üniversite.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, bürhan.
diyanet:
diyanet işleri teşki-
lâtı.
emniyet:
eminlik, güvenlik,
korkusuzluk; polis teşkilâtı.
emniyet-i dâhiliye:
dâhilî em-
niyet, iç güvenlik.
esnaf:
bir sanatla veya dük-
kâncılıkla geçinen (kimse.
evvelâ:
birinci olarak, her şey-
den önce, ilk önce.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk
olarak.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
hissiyat:
hisler, duygular.
hissiyat-ı diniye:
dinle ilgili
hisler.
hükûmet:
devlet, yönetim.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üze-
re yok oluş, ahiret inancı ol-
madığı için ölümü ebedî yok-
luğa gitmek olarak görme.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.