•
Dokuzuncu Esas
: denizli Mahkemesinin insaflı
müddeiumumîsinin başka yerlerin insafsız ve sathî zabıt-
namelerine binaen iddianamede kaydettiği maddeler gi-
bi, Afyon Mahkemesi dahi sorguda gördüğümüz vaziyet
delâletiyle, aleyhimizde aynı maddeler ve tarihsiz mek-
tuplar, hem yirmi ve on beş ve on sene zarfındaki mu-
haberelerden ve kat’î cevabı üçüncü esasta ve iddiamın
ikinci sualinde bulunan Beşinci Şuada ve yüz otuz risale-
lerin yalnız dört beş risalelerinde ve eskişehir Mahkeme-
sinin tetkikinden geçen ve cezasını çektiren ve af kanun-
ları gören ve denizli beraatini gören mektuplar ve risa-
lelerde ittihamımıza medar bazı bahaneler var. Acaba,
otuz Bir Mart Hâdisesinde Bab-ı seraskerîde Şeyhülis-
lâm ve ulemayı dinlemeyen sekiz taburu bir nutukla ita-
ate getiren bir adam sekiz sene zarfında –zabıtnamelere
göre– çalışmış, böyle yirmi otuz adamı kandırabilmiş,
meselâ koca kastamonu’da “beş adamı iğfal edebilmiş”
denilebilir mi? İşte kastamonu’da, denizli hâdisesinde
mahrem ve gayr-i mahrem bütün evrak ve kitaplarımı
odunlar yığını altından çıkarıp, üç ay tetkikten sonra,
yalnız Feyzi, emin, Hilmi, tevfik ve sadık’tan başka
kimseyi o koca kastamonu’da bulmadılar. Bu beş zat ise,
lillâh için bana şahsî hizmet münasebetiyle ve üç buçuk
senede emirdağ’ında üç kardeş ve üç dört adamı bulup
göndermişler. eğer o sathî zabıtnameler gibi yapsa idim,
beş on değil, belki beş yüz, belki beş bin ve belki beş yüz
bin adamları kandırabilirdim! o zabıtnamelerde ne
Şualar | 585 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
topluluk önünde yapılan konuşma,
hitap, söylev.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
sathî:
yüzeysel, derine inmeyen,
üstün körü.
şeyhülislâm:
Osmanlılar zamanın-
da din işlerine bakan ve sadra-
zamdan sonra en yüksek vazifeli
şahıs.
sual:
soru.
tabur:
dört bölükten meydana
gelen düzenli askerî birlik.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
vaziyet:
durum.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tutanak;
bir toplantı veya mahkemenin gö-
rüşülen, kararlaştırılan şeylerini
saptamak üzere düzenlenen resmi
yazı.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
aleyh:
karşı, karşıt.
Bab-ı Seraskerî:
serasker ka-
pısı, askerlik işleriyle uğraşan
daire.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
delâlet:
delil olma, gösterme.
evrak:
kâğıt yaprakları, kitap
sayfaları, yapraklar, kâğıtlar.
gayr-i mahrem:
mahrem ol-
mayan, gizli ve özel olmayan.
hâdise:
olay.
iddia:
bir fikri ısrarla savunma,
dava etme.
iddianame:
iddia yazısı, sav-
cının bir dava konusundaki id-
dialarını toplamış olduğu, isnat
ettiği suç ve delilleri de içine
alan yazısı.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşü-
rerek kandırma, aldatma.
itaat:
boyun eğme, uyma, alı-
nan emre göre hareket etme.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
lillâh:
Allah için.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
medar:
sebep, vesile.
meselâ:
örneğin.
müddeiumumî:
savcı.
muhabere:
haberleşme.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
nutuk:
bir topluluğa karşı ko-
nuşma, ikna maksadıyla bir