Şualar - page 588

Hem, hiçbir münasebeti olmadığı hâlde, bir adam ri-
sale-i nur’un ikinci bir ismi olan
Risaletü’n-Nur
tabirin-
den, “kur’ân’ın nurundan bir risalettir, yani bir ilhamdır
ve risaletin şeriat vazifesini yapan bir vâristir” demiş. Bir
iddianamede başka yerin verdiği yanlış mana ile, güya
“risale-i nur bir resuldür” diye, benim için bir sebeb-i it-
tiham tutulmuş.
Hem, müdafaatımda yirmi yerde kat’î bir surette hüc-
cetlerle ispat etmişiz ki: Bütün dünyaya karşı da olsa, di-
ni ve kur’ân’ı ve risale-i nur’u alet edemeyiz ve edilmez;
ve biz onların bir hakikatini dünya saltanatına değiştirme-
yiz ve bilfiil öyleyiz. Ve bu davanın emareleri yirmi sene-
de binlerdir. Hâlbuki, şimdi Afyon sorgusunun gidişatın-
da ve iddianamede, başka zabıtnamelere binaen, güya bi-
zim maksadımız ve sa’yimiz dünya entrikalarını çevirmek
ve dünya garazlarına koşmak ve dini hasis şeylere alet
etmek ve kudsiyetini düşürtmektir diye bizi ittiham edi-
yor. Madem öyledir, ben ve biz bütün kuvvetimizle deriz:
(1)
o
?«/
c
n
ƒ r
dG n
ºr
©p
fn
h *G Én
æo
Ñ° r
ùn
M
Said Nursî
@
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
entrika:
bir çıkar sağlamak veya
birine zarar vermek maksadıyla
hazırlanan düzen, hile.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
gidişat:
olayların durumu, işlerin
gelişme biçimi, işlerin gidiş tarzı.
güya:
sanki, sözde.
hakikat:
gerçek, esas.
hasis:
adî, alçak, bayağı.
hüccet:
delil.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen
mana.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kudsiyet:
kutsallık, mukad-
deslik, azizlik.
kuvvet:
güç, kudret.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
maksat:
gaye.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
resul:
elçi, Allah’ın elçisi, ha-
berci, peygamber.
risalet:
elçilik, İlahî ilhamların
kalbe gelmesi ve tebliğ edil-
mesi.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sebeb-i ittiham:
suçlamaya
sebep olan şey.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tabir:
ifade, söz.
vâris:
vefat eden bir kimsenin
mal ve mülkünü kullanmaya
yetkili olan.
vazife:
görev.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tuta-
nak; bir toplantı veya mahke-
menin görüşülen, kararlaştırılan
şeylerini saptamak üzere dü-
zenlenen resmi yazı.
1.
Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Al-i İmran Suresi: 173.)
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 588 | Şualar
1...,578,579,580,581,582,583,584,585,586,587 589,590,591,592,593,594,595,596,597,598,...1581
Powered by FlippingBook