başındaki levhalarını evrak-ı muzırra gibi toplamak, aca-
ba hangi kanun müsaade eder. Böyle asayişe hüsn-i ah-
lâk ile hizmet eden dindar binler zatları, evham yüzün-
den idare ve asayiş aleyhine zorla sevk etmek, hangi
maslahat icabıdır?
Altıncısı
: Bundan otuz sene evvel, Cenab-ı Hakkın
inayetiyle dünyanın muvakkat şan ve şerefinin ve enani-
yetli hodfüruşluğunun, şöhretperestliğinin ne kadar fay-
dasız ve manasız olduğunu, hadsiz şükür olsun ki,
kur’ân’ın feyziyle anlamış bir adamın o zamandan beri
bütün kuvvetiyle nefs-i emmaresiyle mücadele edip,
mahviyet etmek, benliğini bırakmak, tasannu ve riyakâr-
lık yapmamak için elden geldiği kadar çalıştığına, ona
hizmet eden veya arkadaşlık edenler kat’î bildikleri ve şa-
hadet ettikleri hâlde ve yirmi seneden beri herkes kendi
hakkında hoşlandığı ziyade hüsnüzan ve teveccüh-i nâs
ve şahsını methüsenadan ve kendini manevî makam sa-
hibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün
kuvvetiyle kaçtığı ve hem has kardeşlerinin onun hakkın-
daki hüsnüzanlarını reddedip, o halis kardeşlerinin hatı-
rını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onun hak-
kındaki medihlerini ve ziyade hüsnüzanlarını kabul etme-
mesi ve kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazile-
ti kur’ân’ın tefsiri olan risale-i nur’a ve dolayısıyla nur
Şakirtlerinin şahs-ı manevîsine verip kendini adî bir
hizmetkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğen-
dirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği hâlde,
onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun
Şualar | 597 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
kendini değersiz gösterme, hiçe
sayma, fazla tevazu, kendine
ehemmiyet vermeyiş.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
maslahat:
uygun iş.
medih:
övmek.
methüsena:
methedip övmek.
mücadele:
savaşma, çatışma, kav-
ga.
muhalif:
muhalefet eden, aykırılık
gösteren, uymayan, bir fiil veya
düşünceye karşı gelen.
müsaade:
izin.
muvakkat:
geçici.
nefs-i emmare:
insanı kötülüğe
sürükleyen nefis, insana kötü ve
günah olan işlerin yapılmasını em-
reden nefis.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü, sah-
tekâr.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs; belli
bir şahıs olmayıp, kendisine bir
şahıs gibi muamele edilen şirket,
cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar;
belli bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şan:
gösteriş, debdebe, haşmet,
çalım.
şeref:
onur, haysiyet.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
şöhretperest:
şöhret düşkünü,
şöhrete çok önem veren, şöhreti
her şeyin üstünde tutan.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
tasannu:
yapmacık.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
teveccüh-i nâs:
insanların ilgisi,
insanların insana vermiş oldukları
değer.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
aleyh:
karşı, karşıt.
cevabî:
cevap, karşılık, cevaba
ait, cevap mahiyetinde.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
evrak-ı muzırra:
zararlı evrak,
kâğıtlar, yapraklar.
evvel:
önce.
fazilet:
değer, meziyet, iman
ve irfan itibariyle olan yüksek
derece.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen.
hizmetkâr:
hizmet yapan kim-
se, hizmetçi.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meğe çalışan, kendini satan,
övünen, övüngen.
hüsn-i ahlâk:
ahlâk güzelliği.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya
bir hâdisenin iyiliği hakkındaki
vicdanî ve iyi kanaat.
icap:
gerekme hâli, lâzım, ge-
rekli, lüzum.
idare:
memleket işlerinin yü-
rütülmesi, çekip çevirilmesi.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kanun:
yasa.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kuvvet:
güç, kudret.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
mahviyet:
alçak gönüllülük,