Şualar - page 603

Dördüncüsü
: Ben bekliyordum ki, ya Ankara veya
Afyon, beni sorguda, pek büyük meseleler için, nurların
o meselelere hizmeti cihetinde, bir meşveret dairesine
alıp, bir sual ve cevap beklerdim. evet, üç yüz elli milyon
Müslümanların eski kardeşliğini ve muhabbetini ve hüs-
nüzannını ve manevî yardımlarını bu memleketteki mille-
te kazandıracak çareleri bulmak; ki, en kuvvetli çare ve
vesile risale-i nur olduğuna bir emaresi şudur: Bu sene
Mekke-i Mükerreme’de gayet büyük bir âlim, hem Hind
lisanına, hem Arab lisanına nurun büyük mecmualarını
tercüme edip Hindistan’a ve Arabistan’a göndererek, “en
kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâ-
miyeyi temine çalıştığı gibi, türk milletinin daima dinde
ve imanda ileri olduğunu nur risaleleri ile gösteriyor” de-
mişler.
Hem, beklerdim ki, “Vatanımızda anarşiliğe inkılâp
eden komünist tehlikesine karşı nurların hizmeti ne de-
recededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelândan
nasıl muhafaza edilecek?” gibi dağ misillü meselelerin so-
rulmasının lüzumu varken, sinek kanadı kadar ehemmi-
yeti olmayan ve hiçbir medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î
ve şahsî ve garazkârların iftiralarıyla habbe kubbeler ya-
pılmış meseleler için, bu ağır şerait altında hiç ömrümde
çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç
mahkemenin sorduğu ve beraat verdiği aynı meseleler-
den ve adî ve şahsî bir-iki mesele için manasız sualler
edildi.
Şualar | 603 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
misillü:
gibi, benzeri.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
muhabbet:
sevgi, sevme.
muhafaza:
koruma.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
perişaniyet:
perişanlık, karılık ve
dağınık olma; acınacak halde bu-
lunma.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
sebebiyet:
sebep olma.
şerait:
şartlar.
seyelân:
akma, cereyan etme.
sual:
soru.
temin:
sağlama.
uhuvvet-i İslâmiye:
İslâm kar-
deşliği.
vahdet:
birlik ve teklik.
vesile:
aracı, vasıta.
adî:
basit, sıradan, önemsiz.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
anarşi:
her türlü düzen ve oto-
riteye karşı koyarak karışıklığı
meydana getirme durumu.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
cihet:
yön.
cüz’î:
küçük, az.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
garazkâr:
haset eden, kin gü-
den.
gayet:
son derece.
habbe:
tane.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya
bir hadisenin iyiliği hakkındaki
vicdanî ve iyi kanaat.
iftira:
aslı olmadan birine suç
yükleme, olmayan bir suçu
başkasına yükleme.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
bir halden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
kubbe:
gökyüzü, sema.
lisan:
dil.
mahkeme:
dava, duruşma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mecmua:
tertip ve tanzim edil-
miş şeylerin hepsi, koleksiyon.
medar-ı mes’uliyet:
sorum-
luluk sebebi.
Mekke-i Mükerreme:
keremli,
aziz, mukaddes Mekke şehri.
mesele:
önemli konu.
meşveret:
işlerin konuşup an-
laşma yoluyla halledilmesi, bir
konu hakkında çeşitli ve ehil
şahıslardan fikir alma.
1...,593,594,595,596,597,598,599,600,601,602 604,605,606,607,608,609,610,611,612,613,...1581
Powered by FlippingBook