•
Beşincisi
: risale-i nur’la mübareze edilmez; o mağ-
lûp olmaz. Yirmi senedir en muannit feylesofları susturu-
yor. İman hakikatlerini güneş gibi gösteriyor. Bu memle-
kette hükmeden, onun kuvvetinden istifade etmek gerek-
tir.
•
Altıncısı
: Benim ehemmiyetsiz şahsımın kusurla-
rıyla beni çürütmek ve ihanetlerle nazar-ı ammeden dü-
şürmek; risale-i nur’a zarar vermez, belki bir cihette kuv-
vet verir. Çünkü, benim bir fânî dilime bedel, risale-i
nur’un yüz bin nüshalarının bâkî dilleri susmaz, konuşur.
Ve halis talebeleri, binler kuvvetli lisanlar ile o kudsî ve
küllî vazife-i nuriyeyi şimdiye kadar olduğu gibi, inşaallah
kıyamete kadar devam ettirecekler.
•
Yedincisi
: sabık mahkemelerde dava ettiğim ve
hüccetlerini gösterdiğimiz gibi; bizim gizli düşmanlarımız
ve hükûmeti iğfal ve bir kısım erkânını evhamlandıran ve
adliyeleri aleyhimize sevk eden resmî ve gayr-i resmî mu-
arızlarımız, ya gayet fena bir surette aldanmış veya alda-
tılmış; veya anarşilik hesabına gayet gaddar bir ihtilâlci-
dir; veya İslâmiyet’e ve hakikat-i kur’ân’a karşı mürtedâ-
ne mücadele eden bir dessas zındıktır ki; bize hücum et-
mek için, istibdad-ı mutlaka cumhuriyet namını vermek-
le, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahat-i mutla-
ka medeniyet namını takmakla, cebr-i keyfî-i küfriye ka-
nun namını vermekle, hem bizi perişan, hem hükûmeti
iğfal, hem adliyeyi bizimle manasız meşgul eylediler. on-
ları kahhar-ı zülcelâl’in kahrına havale edip, kendimizi
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
anarşi:
her türlü düzen ve otoriteye
karşı koyarak karışıklığı meydana
getirme durumu.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
bedel:
karşılık.
cebr-i keyfî-i küfrî:
keyfî olarak
küfre zorlama, kanun ve adalete
aykırı küfrî bir baskı yapma.
cihet:
yön.
cumhuriyet:
halk yönetimi.
dava:
iddia.
dessas:
desise eden, aldatıcı, oyun-
cu, hileci.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
erkân:
reisler, ileri gelenler.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
fânî:
ölümlü, geçici.
feylesof:
sapık fikirli, felsefe ile
uğraşan.
gaddar:
çok fazla gadreden, zulüm,
haksızlık, merhametsizlik eden.
gayet:
son derece.
gayr-i resmi:
resmî olmayan.
hakikat-i Kur’ân:
Kur’ân’ın hakikati,
Kur’ân’a ait olan gerçek.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
havale:
bir şeyi başkasının üstüne
bırakma.
hüccet:
delil.
hücum:
saldırma.
hükmetme:
hakim olma, işleme.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ihtilâl:
bozulma, karışıklık, inti-
zamsızlık.
iman:
inanç, itikat.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
irtidad-ı mutlak:
tam dinsizlik, di-
nin bütün kaidelerini red ve terk
etme.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
istibdat-ı mutlak:
hiç bir hak ve
hürriyeti tanımayan tam baskı,
tam diktatörlük.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
Kahhar-ı Zülcelâl:
kayıtsız, şartsız
galip ve her an kahretmeye gücü
yeten büyüklük sahibi, Allah.
kahır:
üstün gelerek mahvetme,
üstün gelerek helâk etme, batırma,
ezme.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
kusur:
eksiklik, özür, suç, ka-
bahat.
lisan:
dil.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine
galip gelinmiş, yenilen kimse.
mahkeme:
dava, duruşma.
medeniyet:
medenîlik, şehir-
lilik, uygarlık.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
mübareze:
çatışma, kavga.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
mürtedâne:
İslâmiyeti terk
edene yakışır surette, mürtet-
çe, mürtet gibi.
nam:
ad, isim.
nazar-ı amme:
umumun na-
zarı; umumun, genelin, insan-
ların gözünde.
nüsha:
birbirinin aynı olan su-
retlerin her biri.
rejim:
devletin şekli ve hükü-
met tarzı.
resmî:
devlet adına olan.
sabık:
geçen, önceki.
sefahet-i mutlaka:
nefsin kötü
arzularına mutlak surette
uyma.
sevk:
yöneltme.
suret:
biçim, şekil, tarz.
vazife-i Nuriye:
Risale-i Nur
vazifesi, hizmeti.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 604 | Şualar