hakkında ziyade hüsnüzan edip methetmeleri, bir makam
vermeleri ve kütahya havalisinde tanımadığı bir vaizin ba-
zı sözleriyle ve kütahya’ya hiç mektup göndermediğim
ve benim imzamı taklit ile yazılan ve medar-ı mes’uliyet
tevehhüm edilen bir mektup ile ve kimin yazısı bilinme-
yen dokunaklı bir kitap Balıkesir’de bulunmasıyla acaba
hangi kanun ile medar-ı mes’uliyet olur ki, o bîçare has-
ta ve çok ihtiyar ve garibin münzevi odasına büyük bir ci-
nayet işlemiş gibi kilidini kırıp taharri memurlarını sok-
mak, hem evradından ve levhalarından başka bir bahane
bulamamak; acaba dünyada hiçbir kanun, hiçbir siyaset
bu taarruza müsaade eder mi?
Yedincisi
: Bu sırada dâhilde o kadar dâhilî, haricî
heyecanlı parti cereyanları varken ve bundan tam istifa-
de etmek, yani mahdut birkaç arkadaşına bedel çok dip-
lomatları kendisine taraftar kazanmak için zemin hazır
iken, sırf siyasete karışmamak ve ihlâsına zarar verme-
mek ve hükûmetin nazarını kendine celp etmemek ve
dünya ile meşgul olmamak için, bütün arkadaşlarına ya-
zıp ki, “sakın cereyanlara kapılmayınız, siyasete girme-
yiniz, asayişe dokunmayınız” dediği ve iki cereyan bu çe-
kinmesinden ona zarar verdikleri, eskisi evhamından,
yenisi de “Bize yardım etmiyor” diye ona çok sıkıntı ver-
dikleri hâlde, ehl-i dünyanın dünyalarına hiç karışmayıp
kendi ahireti ile meşgul olan ve memleketinde, nurs kar-
yesinde öz kardeşine yirmi iki sene zarfında bir tek
mektup yazmayan ve o vilâyetlerdeki dostlarına yirmi
senede on mektup yazmayan bir bîçareye, onun ahiret
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
asayiş:
kanun ve nizam hâkimi-
yetinin sağlanması.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
bedel:
karşılık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya
siyaset hareketi.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
dâhil:
iç, içerisi.
dâhilî:
içe ait, içe dönük, iç ile ilgi-
li.
diplomat:
millet meseleleri ve si-
yaset noktasında söz sahibi olan.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dünya
adamı, ahireti düşünmeyen.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
evrat:
virtler, okunması âdet olan
dinî dualar.
garip:
gurbette, kendi memleke-
tinin dışında bulunan, yabancı.
haricî:
dışa ait, dışla ilgili.
havali:
bölge, etraf, çevre, civar.
hüsnüzan:
bir kimsenin veya
bir hâdisenin iyiliği hakkındaki
vicdanî ve iyi kanaat.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kanun:
yasa.
karye:
köy.
mahdut:
sınırlı, belirli.
makam:
yer, mevki.
medar-ı mes’uliyet:
sorum-
luluk sebebi.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
methetme:
övme, birinin iyi
şeylerini söyleme, sena, sita-
yiş.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
müsaade:
izin.
nazar:
bakış, dikkat.
siyaset:
politika.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
taharri:
arama, araştırma, in-
celeme, tahkik etme.
taraftar:
taraflı, birinin veya
bir grubun tarafını tutan, bir
tarafı destekleyen.
tevehhüm:
vehimlenme, ku-
runtuya kapılma; gerçekte var
olmayanı var kabul etme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
vaiz:
vaaz eden, ibadet yerle-
rinde dinin emir ve yasaklarını
anlatarak nasihat eden din gö-
revlisi.
vilâyet:
il.
zarfında:
süresince.
zemin:
temel, dayanak.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 598 | Şualar