(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ°o
S /
¬ p
ª°r
SÉ p
H
afYoNMahKEMESiNiNBiZiiTTihaMETMESi-
NEKarşIiTiraZNaMENiNTETiMMESidir.
Bu itirazımda muhatabım Afyon Müddeisi ve Mahkemesi
değil, belki başka yerlerdeki müddeiumumîlerin ve
muhbir ve taharricilerin yanlış ve nakıs zabıtnameleriyle
burada ve sorgu dairesindeki acip vaziyeti aleyhimize
çeviren garazkâr ve vehham memurlardır.
Evvelen
: Aslüfaslı olmayan ve hatırıma gelmeyen bir
siyasî cemiyet namını masum ve siyasetle hiç alâkaları ol-
mayan risale-i nur talebelerine takıp ve o daire içine gi-
ren ve iman ve ahiretinden başka bir maksatları bulun-
mayan bîçareleri o cemiyetin naşiri veya faal bir rüknü
veya mensubu veya risale-i nur’u okumuş ve okutmuş
veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne ka-
dar adaletin mahiyetinden uzak olduğunun kat’î bir hüc-
ceti şudur ki:
kur’ân aleyhinde yazılan, doktor duzi’nin ve sair zın-
dıkların o muzır eserlerini okuyanlar, hürriyet-i fikir ve
hürriyet-i ilmiye düsturuyla suçlu sayılmadığı hâlde; haki-
kat-i kur’âniyeyi ve imaniyeyi, öğrenmeye gayet muhtaç
ve müştak olanlara, güneş gibi bildiren risale-i nur’u
okumak ve yazmak bir suç sayılmış. Ve hem, yüz risale
içinde yanlış mana verilmemek için mahkemelerin teş-
hirlerinden evvel mahrem tuttuğumuz iki üç risalede yal-
nız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş.
Şualar | 589 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
itiraz:
bir mahkemenin görüş ve
kararına karşı bir görüş öne sürü-
lerek değiştirilmesini isteme.
itirazname:
itiraz kâğıdı, itiraz di-
lekçesi.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
mahiyet:
bir şeyin aslı, esası, ta-
biatı, niteliği.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
maksat:
gaye.
masum:
suçsuz, günahsız, saf, te-
miz.
mensup:
bir şeye veya kimseye
alâkası bulunan, bağlı olan.
müddei:
dava eden, davacı.
müddeiumumî:
savcı.
muhatap:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
muhbir:
ihbar eden, ihbarcı, gizli
bir şeyi ilgili makamlara bildiren,
jurnalci.
müştak:
arzulu, fazla istekli, iştiyak
gösteren.
muzır:
zararlı, zarar veren.
nakıs:
noksan, eksik, tam olma-
yan.
nam:
ad, isim.
naşir:
eser neşreden, yayınlayan.
rükün:
bir topluluğun en önemli
ve kuvvetli fertlerinden her biri.
sair:
diğer, başka, öteki.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait.
taharri:
arama, araştırma, incele-
me, tahkik etme.
talebe:
talep eden, öğrenci.
teşhir:
ilân etme, herkese duyur-
ma.
tetimme:
bit konuyu veya eseri
tamamlamak için eklenen kısım,
ek.
vaziyet:
durum.
vehham:
çok şüphe ve vesvese
eden, çok kuruntulu; vehimli, ku-
runtulu.
zabıtname:
zabıt kâğıdı, tutanak;
bir toplantı veya mahkemenin gö-
rüşülen, kararlaştırılan şeylerini
saptamak üzere düzenlenen resmi
yazı.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
ahiret:
dünya hayatından son-
ra başlayıp ebediyen devam
edecek olan ikinci hayat.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
aslüfasıl:
konunun aslı, esası,
temeli; işin aslı, esası.
bahane:
yalandan özür, asıl
sebebi gizlemek için ileri sü-
rülen uydurma sebep.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cemiyet:
topluluk, birlik.
düstur:
kanun, kural, esas,
prensip.
evvel:
önce.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk
olarak.
faal:
çalışkan, gayretli, hama-
rat.
garazkâr:
haset eden, kin gü-
den.
gayet:
son derece.
hakikat-i imaniye:
imana ait
olan gerçek.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
aslı, mahiyeti.
hüccet:
delil.
hürriyet-i fikir:
fikir ve dü-
şünce hürriyeti.
hürriyet-i ilmiye:
ilim hürri-
yeti.
iman:
inanç, itikat.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.