Şualar - page 596

onu ittiham etmek ve adliye memurlarını onun aleyhinde
tarikat noktasında sevk etmek, ne kadar kanunsuz oldu-
ğunu insaniyeti sukut etmeyen bilir.
Beşincisi
: Benim ve risale-i nur’un mesleğinin esa-
sı ve otuz seneden beri bir düstur-i hayatım olan şefkat
itibarıyla, bir masuma zarar gelmemek için, bana zulme-
den canilere, değil ilişmek, belki beddua ile de mukabele
edemiyorum. Hatta en şiddetli bir garaz ile bana zulme-
den bazı fasık, belki dinsiz zalimlere hiddet ettiğim hâlde,
değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şef-
kat menediyor. Çünkü, o zalim gaddarın, ya peder ve va-
lidesi gibi ihtiyar bîçarelere veya evlâdı gibi masumlara
maddî zarar gelmemek için, o dört beş masumların hatı-
rına binaen o zalim gaddara ilişmiyorum. Bazen de hak-
kımı helâl ediyorum.
İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat’iyen
ilişmediğim gibi, bütün arkadaşlarıma o derece tavsiye
etmişim ki, üç vilâyetin insaflı zabıtalarının bir kısmı iti-
raf etmişler ki, “Bu nur Şakirtleri manevî bir zabıtadır;
idare ve asayişi muhafaza ediyorlar” dedikleri ve bu ha-
kikate binler şahit ve yirmi sene hayatıyla tasdikleri ve
binler şakirtlerin de zabıtaca hiçbir vukuat kaydetmeme-
leri ile teyit ettikleri hâlde, o bîçare adamın ihtilâlci ve in-
safsız bir komiteci gibi menzilini basmak ve insafsız
adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulama-
makla beraber, yüz cinayeti bulunan bir adam gibi, hat-
ta gayet kıymettar ve antika ve mu’cizeli kur’ân’ını ve
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
aleyh:
karşı, karşıt.
antika:
değerli ve mükemmel sa-
nat eseri.
beddua:
bir kimsenin kötü olması
için dua, kötü dua.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cani:
cinayet işlemiş kimse, acı-
masız, gaddar.
cinayet:
cana kıyma, katl veya
bu derecede ağır bir suç.
düstur-i hayat:
hayat kanunu, ha-
yat kaidesi.
evlât:
veletler, çocuklar.
fasık:
sapkın, günah işleyen, fe-
satçı.
gaddar:
çok fazla gadreden, zulüm,
haksızlık, merhametsizlik eden.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca niyet,
kin.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
idare:
memleket işlerinin yürü-
tülmesi, çekip çevirilmesi.
ihanet:
hainlik, kötülük etme, ar-
kadan vurma.
ihtilâl:
mevcut idareyi veya rejimi
zor kullanarak değiştirme.
insaniyet:
insanlık mahiyeti, insan
olma hâli, insana yakışır davranış.
itibar:
değer.
itiraf:
başkalarının bilmediği gizli
bir kusurunu söyleme, kendisi için
iyi sayılmayacak bir hâli gizlemeyip
söyleme.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kanun:
yasa.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış gizli cemiyet.
maddî:
madde ile alâkalı, cis-
manî.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
men:
yasak etme, engelleme,
mâni olma.
menzil:
ev, oda, yer.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların aciz kaldığı şey.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme, kar-
şılama.
peder:
baba.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sırr-ı şefkat:
şefkat sırrı; şef-
katin sırrı ve hakikati.
sükût:
düşme, düşüş; suskun-
luk.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
valide:
ana, anne.
vilâyet:
il.
vukuat:
kavga, yaralama gibi
emniyeti ilgilendiren olaylar.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
zulüm:
haksızlık.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 596 | Şualar
1...,586,587,588,589,590,591,592,593,594,595 597,598,599,600,601,602,603,604,605,606,...1581
Powered by FlippingBook