ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münfe-
rit ile mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla
intikamımı sizden alarak, kemal-i rahat-ı kalb ile teslim-i
ruh etmeye hazırım!"
onlara demiştim.
•
Yedinci Esas
: Afyon Mahkemesi başka yerlerde-
ki sathî tahkikata binaen bize bir cemiyet-i siyasiye nok-
tasında bakmış. Buna cevabımız:
Evvelâ
: Bütün benim ile arkadaşlık eden zatların şaha-
detiyle, on dokuz seneden beri hiçbir gazeteyi okumayan
ve dinlemeyen ve sormayan ve bu on sene beş aydır
Harb-i Umumîden, Almanın mağlûbiyetinden ve komü-
nistin dehşetinden başka hiçbir haber almayan ve merak
etmeyen ve bilmeyen bir adamın, elbette siyasetle hiçbir
alâkası yoktur ve siyasî cemiyetlerle hiçbir münasebeti ol-
maz.
Saniyen
: risale-i nur’un yüz otuz parçaları meydanda-
dır. İçinde imanî hakikatlerden başka bir hedef, bir mak-
sad-ı dünyevî olmadığını anlayan eskişehir Mahkemesi,
yalnız bir-iki risaleden başka ilişmemesi ve denizli Mah-
kemesi hiçbirine ilişmemesi ve koca kastamonu zabıtası-
nın sekiz sene zarfında daimî tarassutla beraber iki hiz-
metçimden ve yalnız üç adamdan başka bahane ile müt-
tehem hiçbir kimseyi bulmaması kat’î bir hüccettir ki,
Ri-
sale-i Nur Şakirtleri hiçbir vecihle siyasî cemiyet değiller.
eğer iddianamedeki cemiyetten maksadı, imanî ve
uhrevî bir cemaat ise; ona cevaben deriz ki: eğer
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
bahane:
yalandan özür, asıl sebebi
gizlemek için ileri sürülen uydurma
sebep.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
cemaat:
topluluk, aralarında çeşitli
bağlar bulunan insanlar toplulu-
ğu.
cemiyet:
topluluk, birlik.
cemiyet-i siyasiye:
siyasî cemiyet,
siyasî teşkilât, siyasî amaçlarla ku-
rulmuş cemiyet, örgüt.
cevaben:
cevap olarak, karşılık
şeklinde.
daimî:
sürekli, devamlı.
dehşet:
büyük tehlike karşısında
korkma ve şaşırıp kalma.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk önce.
hakikat:
gerçek, esas.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
Harb-i umumî:
genel harb, dünya
savaşı.
hüccet:
delil.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
iddianame:
iddia yazısı, savcının
bir dava konusundaki iddialarını
toplamış olduğu, isnat ettiği suç
ve delilleri de içine alan yazısı.
imanî:
imana ait olan, imana dair
olan, imanla ilgili.
intikam:
öç alma, kendisine,
bulunduğu topluluğa veya be-
nimsediği bir şeye karşı yapılan
tecavüze, kötülüğe karşılık ver-
me, misillemede bulunma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kemal-i rahat-ı kalp:
tam bir
kalp rahatlığı.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mahkûm:
bir mahkemece hü-
küm giymiş, hükümlü.
maksat:
gaye.
maksat-ı dünyevî:
dünya ile
ilgili maksat, dünyaya yönelik
gaye.
münasebet:
ilişki, alâka.
müttehem:
itham olunan, ken-
disinden şüphe edilen, suçlu
sayılan, suçlanan.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şakirt:
talebe, öğrenci.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete
ait.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tarassut:
gözetme, gözleme,
gözle takip etme, dikkatle bak-
ma.
teslim-i ruh:
ruhu teslim etme,
ölme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
vecih:
cihet, yön.
zabıta:
şehir güvenliğini sağ-
lamakla vazifeli bulunan idare,
polis.
zarfında:
süresince.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 582 | Şualar