Her ne ise, bu makamda, bir müddeiumumînin Mus-
tafa kemal’e dostluğu taassubuyla, kanunsuz ve lüzum-
suz ve yanlış itiraz ve sualleri, beni bu sadet harici gibi iza-
hatı vermeye mecbur eyledi. Ben onun, adliye kanunu
namına tamamen şahsî ve kanunsuz bir sözünü misal ola-
rak beyan ediyorum.
dedi:“Beşinci Şuada sen, hiç kalben nedamet etmedin
mi ki, onu ‘rakıdan ve şaraptan su tulumbası’ gibi tabir-
lerle tezyif etmişsin?”
Ben onun, bütün bütün manasız ve yanlış ve dostluk
taassubuna mukabil derim: “kahraman ordunun zaferi ve
şerefi ona verilmez; yalnız, onun bir hissesi olabilir. nasıl
ki ordunun ganimeti, malları, erzakları bir kumandana ve-
rilse zulümdür, dehşetli bir haksızlıktır.”
evet, nasıl o insafsız, o çok kusurlu adamı sevmemek-
le beni ittiham etti, âdeta vatan haini yaptı; ben de onu,
orduyu sevmemekle ittiham ediyorum. Çünkü, bütün şe-
refi ve manevî ganimeti, o dostuna verip, orduyu şeref-
siz bırakıyor. Hakikat ise; müspet şeyler, haseneler, iyi-
likler cemaate, orduya tevzi edilir ve menfîler ve tahribat
ve kusurlar başa verilir. Çünkü, bir şeyin vücudu, bütün
şeraitin ve erkânının vücudu ile olur ki; kumandan yalnız
bir şarttır. Ve o şeyin ademi ve bozulması ise, bir şartın
ademi ile ve bir rüknün bozulması ile olur, mahvolur, bo-
zulur. o fenalık başa ve reise verilebilir. İyilikler ve hase-
neler, ekseriyetle müspet ve vücudîdir; başlar, sahip çı-
kamazlar. Fenalıklar ve kusurlar, ademîdir ve tahribîdir;
Şualar | 575 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
memnuniyet veren.
nam:
ad, isim.
nedamet:
pişmanlık.
reis:
başkan.
rükün:
bir şeyi meydana getiren
esas unsurlardan her biri, direk,
dayanak.
sadet:
konuşulan madde, asıl konu.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şerait:
şartlar.
şeref:
manevî büyüklük, yücelik,
onur.
sual:
soru.
taassup:
bir şeye veya kimseye
taraftar olma.
tabir:
ifade.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozma-
lar.
tahribî:
tahribe dayalı, yıkıp boz-
maya dayalı.
tevzi:
dağıtma, herkese payını ver-
me.
tezyif:
küçük düşürme.
vücudî:
varlıkla ilgili, varlığa dair.
vücut:
var olma, varlık.
zafer:
düşmanı mağlûp etme, kesin
olarak yenme.
zulüm:
haksızlık.
adem:
yokluk, olmama.
ademî:
yoklukla ilgili, yokluğa
dair.
âdeta:
sanki.
beyan etmek:
açıklamak, bil-
dirmek, izah etmek.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
erkân:
rükünler, esaslar.
erzak:
yiyecek, içecek, azık-
lar.
ganimet:
savaşta düşmandan
ele geçirilen mal, para veya
esir.
hakikat:
gerçek.
hariç:
bir şeyin dışında kal-
ma.
hasene:
güzel ve hayırlı iş.
hisse:
pay, nasip.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kanun:
yasa.
kumandan:
komutan.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
mahvolma:
yok olma, ortadan
kalkma, batma.
makam:
yer, mevki.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mecbur:
zorunda kalma.
menfi:
olumsuz, müspet ol-
mayan.
misal:
örnek.
müddeiumumî:
savcı.
mukabil:
karşılık.
müspet:
olumlu, yapılması