geçen ve yirmi beş seneden daha evvel aslı yazılan ve
ehemmiyetli noktalarda imanı şüphelerden ve manası an-
laşılmayan bir kısım müteşabih hadisleri inkârdan kurta-
ran bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde, bilmediği-
miz bir adamda bulunması ile ve yanlış mana verilmesiy-
le ve kütahya ve Balıkesir tarafında bir dokunaklı mek-
tup bulunmasıyla bizleri o vakit ramazan-ı şerifte ve şim-
di bu dehşetli soğukta pek çok masum rençber ve esnaf-
ları, hatta adî ve eski bir mektubumuz yanında bulunma-
sıyla ve arabası beni gezdirmesiyle ve bize bir dostluk mü-
nasebetiyle veya bir kitabımı okumasıyla tevkif edip, pe-
rişan etmek ve maddeten ve manen onlara ve vatana ve
millete lüzumsuz bir evham yüzünden, binler lira zarar
vermek, hangi adalet kanunuyladır? Adliyenin, hangi
madde-i kanuniyesiyledir? Ayağımızı yanlış atmamak için,
o kanunları bilmek talep ederiz.
evet, hem denizli’de, hem Afyon’da tevkifimizin bir
sebebinin bir hakikati şudur ki: Bir kısım hadislerin ma-
nası ve tevili bilinmemesinden, “akıl kabul etmiyor” diye
inkâr edenlere karşı avamın imanını kurtarmak fikriyle,
çok zaman evvel dârülhikmet-i İslâmiyede iken ve daha
evvel aslı yazılan Beşinci Şua, farz-ı muhal olarak, dün-
yaya ve siyasete baksa ve bu zamanda da yazılsa, madem
gizlidir ve taharriyatta bizde bulunmadı ve gaybî haberleri
doğrudur ve imanî şüpheleri izale eder ve asayişe
dokunmuyor ve mübareze etmiyor ve yalnız ihbar eder
ve şahısları tayin etmiyor ve ilmî bir hakikati, küllî bir
surette beyan ediyor; elbette o hakikat-i hadisiye bu
adî:
sıradan.
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
asayiş:
kanun ve nizam hâkimi-
yetinin sağlanması.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyetli:
önemli.
esnaf:
bir sanatla veya dükkâncı-
lıkla geçinen (kimse.
evham:
vehimler, zanlar, kuşkular,
esassız şeyler, kuruntular.
evvel:
önce.
farz-ı muhal:
imkânsızı farz etme,
olmayacak bir şeyi olacakmış gibi
düşünme.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyenlere
ait.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i hadisiye:
hâdise ait olan
hakikat, hadisin ifade etmek
istediği asıl şey.
ihbar:
haber verme, bildirme,
anlatma, duyurma.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana ait olan, imana
dair olan, imanla ilgili.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
kanun:
yasa.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
madde-i kanuniye:
kanun
maddesi.
maddeten:
maddî olarak.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
manen:
mana bakımından,
manaca.
masum:
suçsuz, günahsız, saf,
temiz.
mübareze:
çatışma, kavga.
münasebet:
vesile, alâka, bağ.
müteşabih:
manası açık ol-
mayan, mecazî manaya elve-
rişli olan ayet ve hadisler.
ramazan-ı şerif:
mübarek, şe-
refli ramazan ayı.
rençber:
çiftçi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taharriyat:
araştırmalar, ara-
malar, incelemeler, tahkik et-
meler.
talep:
isteme, dileme, istek,
arzu.
tayin:
belirleme, yerini belli
etme.
tevil:
yorumlama, yorum.
tevkif:
cezaî tahkikat sırasında,
zanlının mahkeme kararına
kadar geçici olarak hapsedil-
mesi; tutuklama.
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
| 566 | Şualar