Şualar - page 563

Madem hakikat budur; size ihtar ediyorum: kur’ân’a
dayanan risale-i nur ile mübareze etmeyiniz. o mağlûp
olmaz. Bu memlekete yazık olur.
(HaşİYe)
o başka yere gi-
der, yine tenvir eder. Hem eğer başımdaki saçlarım ade-
dince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-i
kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-i mutla-
ka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden vazgeç-
mem ve geçemem.
Yirmi seneden beri bir münzevinin elbette ifadedeki
kusuruna bakılmaz. risale-i nur’u müdafaa ettiği için
sadet haricine çıktı denilmez. Madem, eskişehir Mah-
kemesi, mahrem ve gayr-i mahrem yüz risaleleri dört ay
tetkikten sonra yalnız bir iki risalede hafif bir cezaya
temas edecek bir-iki maddeden başka bulmamış ve yüz
yirmi adamdan on beşine altışar ay ceza verdi, biz dahi
bu cezayı çektik; ve madem birkaç sene evvel risale-i
nur’un bütün eczaları Isparta hükûmetinin eline geçti,
birkaç ay tetkikten sonra sahiplerine iade edilmiş; ve
madem o cezadan sonra, kastamonu’da sekiz sene zar-
fında şiddetli taharriyatta zabıtayı ve adliyeyi alâkadar
edecek bir tereşşuh bulunmamış; ve madem kastamo-
nu’daki son taharride bir kısım risalelerimin hiç bulun-
mayacak ve neşredilmeyecek bir tarzda kaç sene evvel
odun yığınları altına saklanmış olduğu göründü ve he-
yet-i zabıtaca tahakkuk etti; ve madem kastamonu’da
Şualar | 563 |
o
n
d
ördÜncÜ
Ş
ua
sadet:
konuşulan madde, asıl konu.
tahakkuk:
gerçekleşme, delil ile
ispat edilme, kesinleşme.
taharri:
arama, araştırma, incele-
me, tahkik etme.
taharriyat:
araştırmalar, aramalar,
incelemeler, tahkik etmeler.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
zarfında:
süresince.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
ceza:
kanunların ihlâlinde uy-
gulanan müeyyide.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
evvel:
önce.
feda:
kurban, kurban olma.
gayr-i mahrem:
mahrem ol-
mayan, gizli ve özel olmayan.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait olan gerçek.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
haşiye:
dipnot.
heyet-i zabıta:
güvenlik biri-
mi.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hizmet-i Nuriye:
Nur hizmeti,
Risale-i Nur için çalışma.
iade:
geri verme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
madem:
… -den dolayı, böyle
ise.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
mübareze:
çatışma, kavga.
müdafaa:
savunma.
münzevi:
inzivaya çekilen, kö-
şeye çekilmiş, yalnız.
neşir:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
HaşİYe:
dört defa mübareze zamanında gelen dehşetli zelzeleler, “ya-
zık olur” hükmünü ispat ettiler.
1...,553,554,555,556,557,558,559,560,561,562 564,565,566,567,568,569,570,571,572,573,...1581
Powered by FlippingBook