Kardeşlerim!
ehl-i vukuf raporundan anlaşılıyor ki: risale-i nur, bi-
ze karşı bütün muarız taifeleri mağlûp ediyor ki,
Hücce-
tüllahi’l-Baliğa
ve
İhtiyar
ve
İhlâs Risalelerini
tekrar ile
nazar-ı dikkati celp ediyorlar. Hem gayet sathî ve cevap-
ları pek zahir ve güya mutaassıbâne hocavari tenkitleri
ve hiç münasebeti olmayan ve hakikî mutabık olan me-
seleleri anlamadan “Mabeynlerinde tezat var” demeleri
ve risalelerin yüzde doksanını tamamıyla çekinmeyerek
tasdik ve takdirleri ve teslimleri, Hücumat-ı sitte zeylinin
pek şiddetli bir surette yeni icatlara fetva verenleri cerh
ve tezyif etmesine mukabil, yalnız nezahet-i lisaniye de-
mişler. Ve “dinsizler tarafından öldürülen mazlum ve
dindar Hristiyanlar, ahirzamanda bir nevi şehit olabilir”
dediğimi, baş açık namaz kılmak ve türkçe ezan okuma-
ya zeylin şiddet-i hücumunu zıt göstermeleri ile iktifa et-
meleri, kat’iyen, onların risale-i nur’a karşı mağlûbiyet-
lerini gösteriyor kanaatini veriyor.
Said Nursî
®
Şualar | 555 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
mesele:
önemli konu.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mukabil:
karşılık.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
mutaassıbâne:
taassup gösterir-
cesine, mutaassıpça, körü körü-
ne.
mutabık:
uygun.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nevi:
çeşit, tür.
nezahet-i lisaniye:
temiz ve yu-
muşak bir dil ile.
rapor:
her hangi bir işte, bir konuda
yapılan inceleme ve araştırma so-
nucu, düşünceleri veya gözlemleri
bildiren yazı.
sathî:
yüzeysel.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin adını
yüceltme uğrunda canını feda ede-
rek savaşta vurulup ölen Müslü-
man.
şiddet-i hücum:
hücumun şiddeti,
saldırmanın şiddeti.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taife:
bölük, takım, güruh, fırka.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tenkit:
eleştirme.
tezat:
birbirine zıt olma, birbirinin
tersi olma, zıtlık, aykırılık.
tezyif:
zayıfa çıkarma, çürütme.
zahir:
açık, aşikâr.
zeyil:
ek, ilâve.
ahirzaman:
dünyanın son za-
manı ve son devresi, dünya
hayatının kıyamete yakın son
devresi.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cerh:
yaralama, bir iddiayı, fikri
çürütme, reddetme.
dindar:
dinî kaidelere hakkıyla
riayet eden, dininin emirlerini
yerine getiren, mütedeyyin.
ehl-i vukuf:
bir mesele hak-
kında bilgi ve yetki sahibi olan-
lar, hâkimler.
fetva:
İslâmda, bir mesele hak-
kında şeyhülislâm, müftü gibi
yetkili kimseler veya dinî me-
selelere tam vakıf kimseler ta-
rafından verilen şer’î hüküm
veya karar.
gayet:
son derece.
güya:
sanki, sözde.
hakikî:
gerçek.
hocavari:
hocaya benzer su-
rette, hoca gibi.
hüccetüllâhilbâliğa:
tevhide
dair olan bir risalenin ismi.
Hücumat-ı Sitte:
altı hücum;
şeytanın altı hücum ve desi-
sesini alt üst eden bir Nur Ri-
salesi.
icat:
yeni bir şey ortaya koyma,
yeniden bir şey çıkarma, bu-
luş.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi gör-
me, var olanla yetinme.
kanaat:
görüş, fikir.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
mabeyn:
ara.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
mazlum:
zulüm görmüş, hak-
sızlığa uğramış.