risale-i nur’a taarruz edenlerin kalblerine iman ve başla-
rına hakikati görecek akıl ve göz ihsan etsin; bizi bu zin-
danlardan, onları da bu felâketlerden kurtarsın; âmin.
Hüsrev
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bir cilve-i inayet-i rabbaniyedir ki, daha müdafaatımı-
zı ve evraklarımızı ve kitapları görmeden, yalnız perde al-
tında hissedip, Maarif Vekilinin dehşetli püskürmesi ve
hücumu, Beşinci Şua ve Hücumat-ı sittenin zeyli gibi ga-
yet şiddetli mahrem risaleleri en ehemmiyetli makamat
bilfiil tenkit için tetkik etmesi ve müdafaatımın ciddî, do-
kunaklı küfr-i mutlaka cür’etkârâne darbeleri Ankara’nın
bize karşı çok şiddetli davranmasını beklerken, meselenin
azametine nispeten gayet mülâyimâne belki musalâhakâ-
râne vaziyet almış. Ve bu cilve-i inayetin bir hikmeti de
şudur: risale-i nur’un, umum memlekete alâkası cihetiy-
le umumî bir dershanede ve büyük makamatta dikkat ve
merakla okunmasıdır. evet, bu zamanda böyle yüksek bir
ders, elbette böyle cemiyetli ve küllî ve umumî dairelerde
okunması, büyük bir inayettir ve küfr-i mutlakı kırdığına
bir kuvvetli emaredir.
kardeşlerim, her hâlde bu kadar sıkıntı ve zararı
çeken zayıf bir kısım aile sahipleri, bir derece risale-i
nur’dan ve bizden çekinmek, belki vazgeçmek için bir
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
azamet:
büyüklük.
aziz:
muhterem, saygın.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
cemiyetli:
bir çok şeyi bir arada
bulunduran, pek çok özellikleri içi-
ne alan, kapsamlı.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
cihet:
yön.
cilve-i inayet:
İlâhî yardım cilvesi.
cilve-i inayet-i rabbaniye:
Rab-
bimizin görünen yardımları.
cür’etkârâne:
cesurca, cesurlukla,
yiğitçe.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dershane:
ders verilen yer.
ehemmiyetli:
önemli.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evrak:
işlem gören kâğıtlar.
felâket:
musibet, büyük dert, belâ.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, esas.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hücum:
saldırma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
maarif vekili:
eğitim bakanı.
maarif:
eğitim bakanlığı.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
makamat:
makamlar.
mesele:
önemli konu.
müdafaat:
müdafaalar, savun-
malar, korunmalar.
mülâyimâne:
mülâyim olarak,
yumuşak ve uysal bir şekilde.
musalâhakârâne:
barış içinde,
barışarak.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tenkit:
eleştirme.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
ceden inceye yoklama, ince-
leme.
umum:
bütün.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
vaziyet:
durum.
zeyil:
ek, ilâve.
zindan:
hapishane.
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 548 | Şualar