birbirinin kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve korkma-
mak ve tevekkülle bu musibeti karşılamak ve habbeyi kub-
be yapan farfaralı gazetecilerin kubbelerini habbe görüp
ehemmiyet vermemektir. Bu dünya hayatı, hususan bu
zamanda, bu şerait altında kıymeti yoktur. Başa ne gelse
gelsin, hoş görmeli.
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
İki-üç kardeşlerimiz şöyle kendilerine bir güzel teselli
bulmuşlar. diyorlar ki:
“Bu hapiste bir kısım yeni kardeşlerimiz, bir-iki saat
gayrimeşru bir hareket yüzünden, bir-iki belki on sene
bu musibet içinde sabır ve tahammül ediyorlar. Hatta bir
kısmı şükrederek başka günahlardan kurtulduk dedikleri
hâlde; biz, risale-i nur vasıtasıyla en meşru bir hareket
ve hizmet-i imaniye yüzünden altı yedi ay hayırlı bir sı-
kıntıdan neden şekva ediyoruz?” diyorlar. Ben de, “Bin
bârekâllah onlara” derim.
evet, beş on sene hem imanını, hem başkaların iman-
larını kurtarmak niyetiyle zevkli, tatlı, hayırlı, kudsî bir hiz-
met ve yüksek bir ubudiyet-i fikriye yüzünden beş on ay
zahmet çekmek, medar-ı şükür ve iftihardır.
Bir hadiste ferman etmiş ki: “
Bir tek adam seninle hi-
dayete gelse, sahra dolusu kırmızı koyun, keçilerden
Şualar | 541 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
sabır:
başa gelen üzücü olaylara,
belâ ve afetlere veya bir haksızlığa
katlanma, tahammül göstererek
Allah’a tevekkül edip sıkıntılara
göğüs germe.
sahra:
büyük çöl, geniş saha.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoşnut-
suzluk, memnuniyetsizlik.
şerait:
şartlar.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd
etme.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
teselli:
avunma.
tevekkül:
bir işin gerçekleşmesi
için gereken çalışmayı ve çabayı
gösterip sebeplere başvurduktan
sonra işi Allah’a bırakma, neticeyi
ondan bilme, kadere razı olma.
ubudiyet-i fikriye:
fikren yapılan
ibadetler; tefekkür ibadeti.
vasıta:
aracılık.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
aziz:
muhterem, saygın.
bârekâllah:
Allah mübarek et-
sin, hayırlı ve bereketli olsun.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
farfara:
gürültüye boğmak, çı-
ğırtkanlık.
ferman:
emir, buyruk.
gayrimeşru:
meşru olmayan,
dine aykırı, kanunsuz.
habbe:
tane.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
hidayet:
doğru inanç ve ya-
şayış üzere olmak.
hizmet-i imaniye:
imana ait
hizmet, iman ve Kur’ân haki-
katlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet
etme.
hususan:
bilhassa, özellikle.
iman:
inanç, itikat.
kıymet:
değer.
kubbe:
gökyüzü, sema.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
medar-ı iftihar:
iftihar sebebi,
övünme sebebi.
medar-ı şükür:
şükür sebebi.
meşru:
şeriata uygun, şer’an
caiz, şeriatın müsaade ettiği
şey.
musibet:
felâket, belâ.
1.
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.