zaten Abbasîlerin zamanında, o tarihte Mutezile, rafızî,
Cebrî ve perde altında zındıklar, mülhitler, İslâmiyet’i ze-
deleyen çok fırak-ı dâlle meydana gelmiştiler. Şeriat ve
itikat noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâ-
mında Buharî, Müslim, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî,
İmam-ı Malik, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı ga-
zalî ve gavs-ı Azam ve Cüneyd-i Bağdadî gibi pek çok
eazım-ı İslâmiye imdada yetişip, o fitne-i diniyeyi mağlûp
ettiler. o tarihten üç yüz sene sonraya kadar o galebe de-
vam ile beraber, perde altında yine o ehl-i dalâlet fırka-
ları, siyaset yoluyla Hülâgû-Cengiz fitnesini İslâmların ba-
şına getirdiler. Bu fitneden, hem hadis, hem Hazret-i Ali
radıyallahü Anh, sarih bir surette aynı tarihiyle işaret edi-
yorlar. sonra, bu zamanımızın fitnesi en büyük bir fitne
olduğundan, hem müteaddit hadisler, hem çok işarat-ı
kur’âniye aynı tarihiyle haber veriyorlar. Buna kıyasen,
ümmetin geçireceği safahatı, küllî bir surette, bir hadis
beyan ettiği vakit; bazen o küllînin bir tek hâdisesini, mi-
sal olarak tarihi gösterir. Böyle müteşabih ve manası ta-
mam anlaşılmayan hadislerin, risale-i nur eczaları, kat’î
bir surette tevillerini beyan etmiş. Yirmi dördüncü söz-
de ve Beşinci Şuada, bu hakikati düsturlarla beyan etmiş.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Birbirinizi enaniyetle veya sadâkatsizlikle ittiham etme-
mek için, bir hakikati beyan etmek ihtar edildi.
aziz:
muhterem, saygın.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
Cebrî:
Cebriye fırkasından olan.
düstur:
kanun, kural, esas, pren-
sip.
eazım-ı İslâmiye:
İslâmın en bü-
yükleri.
ecza:
cüzler, parçalar, kısımlar.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
firak-ı dâlle:
sapık gruplar, dalâlet
fırkaları, ehl-i sünnetten ayrılan
gruplar, hak yoldan ayrılmış grup-
lar.
fırka:
topluluk.
fitne:
karışıklık.
fitne-i diniye:
dine sokulan fitne,
fesat.
galebe:
galip gelme, yenme, üs-
tünlük.
Gavs-ı azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına ait
söz, iş veya davranış.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
imdat:
yardım.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
İslâmiyet:
Müslümanlık, semavî
dinlerin sonuncusu.
itikat:
Allah’a inanma, Allah’a olan
bağlılık, kesin inanış; iman.
ittiham:
suç altında bulunma, töh-
metli olma, töhmet altında olma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kıyasen:
kıyas ederek.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mağlûp:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
misal:
örnek.
mülhit:
İslam dininden ayrılan,
Allah’ı inkâr eden, dinsiz, iman-
sız.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteşabih:
manası açık ol-
mayan, mecazî manaya elve-
rişli olan ayet ve hadisler.
Mutezile:
Emevîler devrinde
ortaya çıkan, meseleleri sırf
akılla izaha çalışan, aklî esaslara
dayanarak kul, fiilinin yaratı-
cısıdır demekle kaderi inkâr
yoluna giden ve hak mezhep-
lerden ayrılan itikadî bir fırka.
radıyallahü anh:
Sahabe veya
İslâm büyüklerinin adı geçti-
ğinde söylenilen “Allah ondan
razı olsun” manasında dua.
Tek erkek için söylenir.
rafızî:
ehl-i sünnete aykırı aki-
de veya fikir sahibi olan kim-
se.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
safahat:
safhalar, devreler.
sarih:
açık, âşikar.
şeriat:
Allah tarafından pey-
gamber vasıtasıyla bildirilen,
İlâhî emir ve yasaklara daya-
nan hükümlerin hepsi.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tevil:
Kur’ân ve hadislerin açık-
lamasında, geçerli bir delil veya
sebepten dolayı, ayeti ilk ba-
kışta görünen manasından alıp,
taşıdığı diğer manalardan, bir
veya birkaçı ile tefsir etme.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden,
imansız, münkir.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 534 | Şualar