Aziz, Sıddık, Mübarek Kardeşlerim!
Bir kaç gündür sizin ile konuşmadığımın sebebi, şimdi-
ye kadar emsalini görmediğim şiddetli ve zehirli bir has-
talıktır. Ben, risale-i nur hesabına ahir ömrüme kadar
nur ve gül dairesindeki sebatkâr ve metin ve sarsılmaz
kardeşlerimle, kastamonulu fedakârlar ile ebeden müte-
şekkirâne iftihar ediyorum ve onlarla bütün zalimlerin sı-
kıntılarına karşı bir kuvvetli nokta-i istinat ve tam bir te-
selli buluyorum. Şimdi ölsem, onlar var diye ferah-ı kalble
ecelimi karşılayacağım…
ehl-i dünya, ben onlarla mübareze ediyorum diye asıl-
sız tevehhüm ederek, beni hapse attılar. Fakat, kader-i
İlâhî, ben onlarla konuşmadığım ve ıslah-ı hâllerine çalış-
madığımdan beni hapse attı. Ve hapiste yalnız bir kaç ar-
kadaşımla kalsam, Ankara makamatına karşı âlem-i
İslâm’ı alâkadar edecek bir alenî muhakeme isteyeceğim
ve dava edeceğim ve
Meyve Risalesi’
ni ve müdafaat par-
çalarını yeni harfle müteaddit nüshalar çıkarıp, mühim
makamata göndereceğiz, inşaallah.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bu nevi hadisler, müteşabih kısmındandırlar; hem,
cüz’î ve hususî değiller, umumî yerlerde bakmıyorlar. Bir
kısım ise, ümmetinin başına gelen dinî fitnelerden yalnız
bir tek zamanı ve Hicaz ve Irak’ı misal olarak gösterir.
Şualar | 533 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
mübareze:
çatışma, kavga.
müdafaat:
müdafaalar, savunma-
lar, korunmalar.
muhakeme:
iki tarafı dinleyip hü-
küm verme, hakimin tarafları din-
leyip hüküm vermesi, yargılama.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müteşabih:
manası açık olmayan,
mecazî manaya elverişli olan ayet
ve hadisler.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
nevi:
çeşit, tür.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
nüsha:
birbirinin aynı olan suret-
lerin her biri.
sebatkâr:
sebat eden, sözünde ve
kararında duran, vazgeçmeyen,
sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
teselli:
avunma.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı
var zannetmekle ümitsizliğe ve
korkuya düşme.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
umumî:
herkesle ilgili, genel.
zalim:
zulmeden, acımasız ve hak-
sız davranan.
ahir:
son.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
alenî:
saklanmayan, açık, gizli
olmayan.
aziz:
muhterem, saygın.
cüz’î:
bütüne ait olmayan, özel.
dava:
hak aramak maksadıyla
mahkemeye müracaat etme.
ebeden:
ebedî ve daimî ola-
rak.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından takdir edilen ölüm vak-
ti.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
emsal:
örnekler, benzerler.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, feda
eden.
ferah-ı kalp:
kalp rahatlığı,
kalp huzuru, gönül açıklığı.
fitne:
karışıklık.
hadis:
Hz. Muhammed’e (a.s.m.)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkasına
ait söz, iş veya davranış.
hususî:
bir şeye, bir kişiye, bir
yere has olan, herkese âid ol-
mayan, özel.
iftihar:
övünme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
ıslah-ı hâl:
hâlin, durumun dü-
zeltilmesi.
kader-i İlâhî:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
makamat:
makamlar.
metin:
sağlam ve dayanıklı.
misal:
örnek.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.