tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi, risale-i nur’a
hüsn-i hizmet edenlerin hemen hemen bilâistisna maişe-
tinde vüs’at ve bereket ve kalbinde meserret ve rahat
görmelerinin binler hâdiseleri dahi tesadüfî olamaz.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
(1)
*G o
?n
QÉn
à r
NG Én
ª«/
a o
ôr
«n
îr
dn
G
ve
(2)
r
ºo
µ n
d l
ôr
«`n
N n
ƒo
gn
h Ék
Ä`r
«°n
T Gƒo
gn
ôr
µ n
J r
¿n
G =
? '
ùn
Y
sırrıyla, risale-i nur’un en mahrem parçaları, en na-
mahremlerin ellerine geçmek ve en mütekebbirlerin
başlarına vurmak ve en baştakilerin yanlışlarını göster-
mek için “
sırran tenevveret
” perdesinden çıktı. Şimdiye
kadar mesele küçültülmek isteniliyordu. Fakat nasılsa bil-
diler ki, mesele pek büyüktür ve ehemmiyetle celb-i dik-
kat ise risale-i nur’un parlak fütuhatına ve düşmanları-
na da hayretle kendini okutmasına yol açar. Hatta, eski-
şehir mahkemesindeki çok müteredditleri ve mütehay-
yirleri ve muhtaçları tenvir edip kurtardı, o zahmetimizi
rahmete çevirdi. İnşaallah, bu defa daha geniş bir saha-
da, daha çok mahkemeler ve merkezlerde o kudsî hiz-
meti görecek.
evet, risale-i nur’un tarz-ı beyanını gören, lâkayt ka-
lamaz. Başka eserler gibi yalnız aklı ve kalbi değil, belki
nefsi de ve hissiyatı da musahhar eder.
sizin tahliyeniz bu hakikate zarar vermez; fakat, be-
nim beraatim, zarardır. Umum âlem-i İslâm’ı alâkadar
eden bir hakikatin hatırı için, değil yalnız dünya hayatını,
Şualar | 523 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
nulmuş.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütekebbir:
tekebbür eden, ki-
birlenen, kendini beğenmiş, kibirli,
büyüklük taslayan, büyüklenen.
mütereddit:
tereddüt eden, ka-
rarsız.
namahrem:
mahrem olmayan, bir
şeyin bilmemesi gereken kişilerin
bilmesi.
nefis:
kişinin kendisi, iyiliğe de
kötülüğe de meyli olan duygu.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
saadet:
mutluluk.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sır:
gizli hakikat, bir şeyin dikkat
ve tecrübe ile anlaşılan en ince
yanı.
sırran tenevveret:
gizlice aydın-
latma, gizli olarak nurlandırma.
tahliye:
tutukluyu serbest bırak-
ma.
tarz-ı beyan:
açıklama ve söyleme
şekli.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbirine
denk gelme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
umum:
bütün.
vüs’at:
genişlik, bolluk.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aziz:
muhterem, saygın.
beraat:
temize çıkma; bir da-
vanın neticesinde suçsuz ol-
duğu anlaşılma.
bereket:
bolluk, bereket, gür-
lük.
bilâistisna:
istisnasız, ayırt et-
meksizin.
celb-i dikkat:
dikkat çekmek.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
hissiyat:
hisler, duygular.
hüsn-i hizmet:
güzel hizmet.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lâkayt:
kayıtsız, ilgisiz.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
maişet:
geçinme, geçinme için
lüzumlu bulunan maddeler.
mesele:
önemli konu.
meserret:
sevinç, şenlik.
musahhar:
boyun eğen, emir
altına giren, istenilen hâle ko-
1.
Allah’ın, kullarını sevk ettiği ve onlar için seçtiği her şeyde hayır vardır.
2.
Bazen de sevmediğiniz şey, hakkınızda hayırlı olabilir. (Bakara Suresi: 216.)