ile nazar beni vurur. Çünkü, bana bakan, ya şiddetli ada-
vetle veya takdir ile nazar eder. Bu iki nazar dahi bazı in-
sanların bir hasiyet-i isabet sırrıyla bakmasında bulunur.
Bunun için, mümkün olsa, mecbur etmezlerse sizin ile
beraber mahkemeye her vakit gelmemek niyet ettim.
* * *
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ª°r
SÉp
H
Aziz Kardeşlerim!
Bu fecirde, birden bir fıkra ihtar edildi. evet, ben de
Hüsrev’in zelzele hakkında tafsilen yazdığı keramet-i nu-
riyeyi tasdik ederim ve kanaatim de o merkezdedir. Çün-
kü risale-i nur ve Şakirtlerine dört defa şiddetli taarruz-
ların aynı zamanında dört defa dehşetli zelzelenin hücu-
mu tam tamına tevafukları tesadüfî olmadığı gibi, risa-
le-i nur’un iki merkez-i intişarı olan Isparta ve kastamo-
nu’nun sair yerlere nispeten afattan mahfuz kalmaları ve
sure-i Ve’l-Asr işaretiyle, ahirzamanın en büyük bir ha-
saret-i insaniyesi olan bu İkinci Harb-i Umumîden çare-i
necat ise iman ve amel-i salih olmasından, risale-i nur’-
un Anadolu’nun her tarafında iman-ı tahkikîyi neşri za-
manına Anadolu’nun fevkalâde olarak bu hasaret-i azî-
me-i harbiyeden kurtulması tam tamına tevafuku dahi te-
sadüfî olamaz. Hem risale-i nur’un hizmetine zarar
veren veya hizmette kusur edenlere aynı zamanında ge-
len şefkat veya hiddet tokatlarının yüzer vukuatları tam
adavet:
düşmanlık, husumet.
afat:
afetler, büyük belâ ve musi-
betler.
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
amel-i salih:
Allah rızasına uygun
hayırlı iş, dine uygun hareket, dav-
ranış.
aziz:
muhterem, saygın.
çare-i necat:
kurtuluş çaresi.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
fecir:
sabah namazı vakti, sabaha
karşı güneş doğmadan önce ufkun
doğusu tarafından görünen aydın-
lığı.
fevkalâde:
olağanüstü.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
Harb-i umumî:
genel harb, umumî
savaş; 1914-1918 yılları arasında
cereyan eden Birinci Dünya Sava-
şı.
hasaret-i azîme-i harbiye:
savaşın
sebep olduğu büyük hasar.
hasaret-i insaniye:
insana ait zarar,
insanın zararı.
hasiyet-i isabet:
isabet kaydet-
medeki özel fayda.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hücum:
saldırma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, imana
dair bütün meseleleri inceleyip
delil ve bürhan ile inanma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
keramet-i Nuriye:
Risale-i Nur’a
ait keramet.
kusur:
suç, kabahat.
mahfuz:
hıfz olunmuş, korunmuş.
mecbur:
zorunda kalma.
merkez-i intişar:
yayma, ya-
yıncılık merkezi.
nazar:
bakış, dikkat.
neşir:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
niyet:
bir işi yapmayı önceden
düşünme.
sair:
diğer, başka, öteki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız mer-
hamet.
sır:
gizli hakikat.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde,
uzun uzadıya, ayrıntılı olarak.
takdir:
kıymet verme, beğen-
me.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rast-
gele, tesadüf olarak.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vukuat:
vuku bulan şeyler,
hâdiseler, olaylar.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki, onu övüp tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 522 | Şualar