Kardeşlerim!
siz, küçük mektuplar risalesinde medar-ı teselli ve sa-
bır ve tahammül için yazılan parçaları dikkatle ve tekrar-
la okuyunuz. Ben, en zayıfınız ve bu sıkıntılı musibetten
en ziyade hissedarım. Çok şükür tahammül ediyorum ve
bütün suçu bana yükleyenlerden hiç gücenmedim ve
vahdet-i mesele itibarıyla yalnız kendini müdafaa ederek
zımnen cemiyet ve suçu bize tahmil edenlerden dahi sı-
kılmadım. Madem kardeşiz, beni bu sabırda taklit etme-
nizi sizden rica ederim.
* * *
(1)
o
¬n
fÉ n
ër
Ñ° o
S /
¬ p
ª° r
SÉp
H
Aziz, Sıddık Kardeşlerim ve Bu Misafirhane-i
Dünyada Arkadaşlarım!
Ben, bu gece eski said’in izzetli damarıyla, ellerimiz
kelepçeli beraber mahkemeye süngülü neferat ile sevki-
mizi düşündüm, şiddetli bir hiddet geldi. Birden kalbe ih-
tar edildi ki; hiddet değil, belki kemal-i iftiharla, şükür ve
sevinçle bu vaziyeti karşılamak lâzımdır. Çünkü, zîşuur ve
haddühesaba gelmeyen melek ve ruhanîlerin ve insanlar-
dan ehl-i hakikatin ve ashab-ı vicdanın ve iman-ı tahkikî
sahiplerinin nazarlarında, hak ve hakikat ve kur’ân ve
iman yolunda bu asra meydan okuyan bir kahramanlar
kafilesi suretinde görünüyorlar. Bunların teveccühü ise
rahmet-i İlâhiyeyi ve kabul-i rabbaniyeyi gösteren bu
yüksek takdir ve tahsinlerine karşı mahdut bir kısım
serseri ve haylaz ve sefihlerin tahkirkârâne nazarlarının
Şualar | 519 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
ise.
mahdut:
sınırlı, belirli.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
misafirhane-i dünya:
dünya mi-
safirhanesi.
müdafaa:
savunma, koruma.
musibet:
felâket, belâ.
nazar:
bakış, dikkat.
neferat:
neferler, fertler, rütbesiz
askerler, erler.
rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
rica:
dileme, isteme.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cismi
olmayan, elle tutulamayan var-
lıklar.
sabır:
sabır, dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sefih:
faydayı ve zararı ayırdetme
yeteneğinden mahrum, beyinsiz.
serseri:
ötede beride başı boş ge-
zen, işsiz, güçsüz.
sevk:
önüne katıp sürme, yönelt-
me.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hâl ile Allah’ı hamd
etme.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tahammül:
zora dayanma, kötü
ve güç durumlara karşı koyabilme,
katlanma.
tahkirkârâne:
hakaret eden kim-
seye yakışırcasına, hakaret eder-
cesine.
tahmil:
yükleme.
tahsin:
beğenme, güzel bulma.
takdir:
kıymet verme, beğenme.
taklit:
birinin davranış ve işlerinin
şekil ve biçim olarak aynını yap-
ma.
teveccüh:
yönelme, sevgi, ilgi.
vahdet-i mesele:
meselenin, ko-
nunun birliği.
vaziyet:
durum.
zımnen:
açıktan olmayarak, do-
layısıyla, üstü kapalı olarak, kapalı
bir şekilde.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
çok, fazla.
ashab-ı vicdan:
vicdan sahip-
leri.
asır:
yüzyıl.
aziz:
muhterem, saygın.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden topluluk.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah ada-
mı.
had ve hesaba gelmeme:
sa-
yısız ve sınırsız olma.
hak:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, doğruluk.
haylaz:
düzensiz ve yararsız
hareket eden, boş yere öm-
rünü geçiren.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hissedar:
hisse sahibi, hissesi
olan.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanma, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
itibar:
değer.
izzetli:
şeref ve itibar sahibi.
kabul-i rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın
kabulü ve rızası.
kemal-i iftihar:
övünmenin
son derecesi, tam manasıyla
iftihar etmek.
madem:
...den dolayı, böyle
1.
Her türhlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın adıyla.