diye nefsim ve şeytanım çok araştırdılar. Hiç bir köşede
bir kusur bulamadıklarından sustular. zannederim, çok
hassas ve iş içinde bulunan nefis ve şeytanımı susturan
bir hakikat, en mütemerritleri de susturur.
Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük
ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıy-
mettar ve bütün dünyası ve canı ve cananı pahasına ve-
rilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda
çalışıyoruz; elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve
düşmanlara kemal-i metanetle mukabele etmemiz gerek-
tir.
Hem, belki karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı
hocalar ve şeyhler ve zahirde müttakîler çıkartılır. Bunla-
ra karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlar
ile uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir.
Said Nursî
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Bize karşı bu geniş ve ehemmiyetli hücum ve te-
cavüzün hakikî sebebi Beşinci Şua olmadığını, belki
Hizbü’n-Nurî
ve
Miftahü’l-İman
,
Hüccetü’l-Bâliğa
oldu-
ğunu bu fecirde bir ihtar-ı manevî ile hissettim. dikkatle
Hizb-i Nurî’
yi kısmen okudum,
Miftah
’ı da düşündüm,
bildim ki; zındıklar, küfr-i mutlak mesleğini bu iki keskin
elmas kılıçların darbelerine karşı muhafaza edemedikle-
rinden, bir parça az siyasetle münasebeti bulunan Beşin-
ci Şuaı zahirî bir sebep gösterdiler, hükûmeti iğfal edip,
Şualar | 509 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
mütemerrit:
temerrüt eden, inatçı,
kötü fiilinde inatlaşan.
müttakî:
kendisini Allah’ın sev-
mediği fena şeylerden koruyan;
haramdan ve günahtan çekinen,
takva sahibi, dindar.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan, hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
şeyh:
tarikat dersi veren manevî
lider, mürşit.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
takdir:
kıymet verme, ölçme.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
vahdet:
birlik ve teklik.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
bariyle.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, imansız,
münkir.
aziz:
muhterem, saygın.
canan:
sevgili, gönül verilmiş.
ehemmiyetli:
önemli.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
fecir:
sabah namazı vakti, sa-
baha karşı güneş doğmadan
önce ufkun doğusu tarafından
görünen aydınlığı.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikî:
gerçek.
hassas:
incelikli, en ufak ölçü-
leri sağlıklı ve kesin olarak ve-
ren.
Hizb-i Nurî:
Risale-i Nur ve
Ayetü’l-Kübra’nın bir özeti ma-
hiyetinde Nur’a ait hizip isimli
bir Arabca dua.
hücum:
saldırma.
ihtar-ı manevî:
manevî uyarı,
bildirim; Cenab-ı Hakkın imana
ve Kur’ân’a ait meselelerde
kullarını uyarması.
kemal-i metanet:
tam ve mü-
kemmel bir dayanıklık.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
küfr-i mutlak:
kayıtsız şartsız
küfür, mutlak küfür, hiç bir
imanî hükmü, delili, hakikati
kabul etmeme, kesin ve tam
bir inkâr.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme, kar-
şılama.
münakaşa:
tartışma.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
musibet:
felaket, bela.