aleyhimize sevk ettiler. Aynen bu ihtar ile beraber hatıra
geldi ki: “Bir kısım zayıf kardeşlerimiz muvakkaten vaz-
geçseler, belki kendileri bu belâdan kurtarılır” diye izin
vermek istedim. Birden ihtar edildi ki, bu derece alâkası
devam eden ve iki defa bu imtihana giren ve mukabilin-
de bu kadar zahmet çektikten sonra faydasız, zararlı, kal-
ben vazgeçmek değil; belki yalnız onları aldatmak için
sırf zahirî bir içtinap gösterebilir. Yoksa hem kendine,
hem bizlere, hem kudsî mesleğimize zararı dokunur, ce-
zası olarak aksi maksadıyla tokat yer.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
sair yerlere nispeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu
hapsin zahmet ve meşakkatini çeken, elbette bu hapsin
sebebinde derecesine göre bir kaçınmak meyli olacak.
Fakat onun zahirî sebebi olan
Risale-i Nur’un o zahmet
çekenlere kazandırdığı iman-ı tahkikî ve iman-ı tahkikî ile
hüsn-i hatime ve şirket-i maneviye ile yüzer adam kadar
a’mal-i saliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete çevirdiğin-
den, bu iki neticenin fiyatı, sarsılmaz bir sadâkat ve se-
batkârlıktır.
onun için, pişman olmak ve vazgeçmek, bü-
yük bir hasarettir. Şakirtlerin dünya ile alâkası olmayan
veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır, bir
cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi ye-
rinde olanlara, sarf edilen paraları muzaaf sadakalara ve
geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere çevirmesinden,
şekva yerine şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve
aksi:
ters, zıt.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
aleyh:
karşı, karşıt.
a’mal-i saliha:
salih ameller, Al-
lah’ın rızasına uygun yapılmış iyi
ve hayırlı işler.
aziz:
muhterem, saygın.
belâ:
musibet, sıkıntı.
cihet:
yön.
hasarat:
zararlar, ziyanlar.
hüsn-i hatime:
iman ile ahirete
gitmek, kelime-i şehadet söyle-
yerek ölmek.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini ye-
rine getirme, Allah’a karşı kulluk
vazifesini yapma.
içtinap:
çekinme, sakınma, uzak-
laşma, uzak durma.
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, aldatma.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, imana
dair bütün meseleleri inceleyip
delil ve bürhan ile inanma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maksat:
gaye.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güç-
lük, zorluk.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
meyil:
bir tarafa doğru eğilme,
yönelme.
mukabil:
karşılık.
muvakkaten:
geçici olarak.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki
misli, katmerli.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
rahmet:
şefkat etmek, mer-
hamet etmek, esirgemek.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yardım,
farz olmadığı hâlde kişinin fa-
kirlere verdiği para, mal vs.
gibi şeyler.
sair:
diğer, başka, öteki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
sarf:
harcama.
sebatkâr:
sebat eden, sözünde
ve kararında duran, vazgeç-
meyen, sebatlı.
şekva:
şikâyet, yakınma, hoş-
nutsuzluk, memnuniyetsizlik.
sevk:
önüne katıp sürme, yö-
neltme.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şirket-i maneviye:
manevî şir-
ket, manevî ortalık.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hâl ile Allah’ı
hamd etme.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, me-
şakkat.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 510 | Şualar