Şualar - page 506

Saniyen
: Şimdi zemin yüzünde ekser beşer; maddî ve
manevî kalben, ruhen, fikren musibetler ile giriftardır.
Bizim musibetimiz, onlara nispeten hem gayet hafiftir,
hem kârlıdır; hem kalb, hem ruh için, hem iman, hem
selâmet ve sıhhat lezzetleri var.
Salisen
: Bu fırtınalarda buraya girmeseydik, vehham
memurların temasında bu hafif musibet ağırlaşmış ola-
caktı ve onlara karşı tasannu ve dalkavukluk etmek belâ-
sı olacaktı.
Rabian
: Bu işsiz ve muzaaf maddî ve manevî kışta,
Medresetüzzehra’nın bir dershanesi olan bu Medrese-i
Yusufiyede, öz kardeşten daha müşfik çok hakikî dostla-
rını ve mürşit gibi uhrevî kardeşleri gayet ucuz ve az
masrafla görmek, ziyaret etmek ve onların hususî mezi-
yetlerinden istifade etmek ve şeffaf şeylerde sirayet eden
nur ve nuranî gibi hasenelerinden, manevî yardımların-
dan, ferahlarından, tesellilerinden kuvvet almak cihetin-
de, bu musibet, şeklini değiştirir; bir nevi inayet perdesi
hükmüne geçer. evet, bu gizli inayetin bir lâtif zerafeti-
dir ki, bütün buraya gelen risale-i nur talebelerine “ho-
calar” namı verilmiş. Herkes, lisanında “Hocalar, hoca-
lar” diye hürmetle yad ediyorlar. Bu zerafet içinde lâtif
bir işaret var ki; bu hapis medreseye döndüğü gibi, risa-
le-i nur Şakirtleri dahi birer müderris, muallim. Ve sair
hapishaneler de, bu hocaların sayesinde, inşaallah birer
mektep hükmüne geçeceklerdir.
* * *
belâ:
büyük kaygı.
beşer:
insanlık.
cihet:
yön.
dalkavuk:
kendisine çıkar ve yarar
sağlayacak olan kimselere aşırı
saygı ve hayranlık göstererek ya-
ranmak isteyen kimse, şaklaban,
yaltakçı.
dershane:
ders verilen yer.
ekser:
pek çok.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, se-
vinme.
fikren:
fikir ile, düşünerek, zih-
nen.
gayet:
son derece.
giriftar:
tutkun, düşkün, müptelâ.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten ve
gönülden olan.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızasına
uygun iş.
hükmüne:
yerine, değerine.
hürmet:
şeref; saygı.
hususî:
özel.
iman:
inanma, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kuvvet:
güç, kudret.
latîf:
güzel, hoş.
lisan:
dil.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medrese:
ders okutulan yer.
medrese-i Yusufiye:
Yusuf’un
medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira,
haksızlık ve zulüm ile hapiste kal-
masından kinaye olarak, iman ve
Kur’ân’a hizmetinden dolayı tevkif
edilenlerin hapsedildiği yer ma-
nasında, hapishane.
Medresetüzzehra:
Bediüzzaman’ın
doğuda (Van) yapılmasını idareci-
lere teklif ettiği, fen ilimleriyle din
ilimlerinin birlikte okutulmasını
düşündüğü üniversite.
mektep:
eğitim ve öğretim kuru-
luşu, ilim ve irfan öğrenilen yer,
okul.
meziyet:
bir şeyi başkalarından
ayıran vasıf, üstünlük ve değerlilik
vasfı.
muallim:
ders veren, öğretmen.
müderris:
ders veren, ders oku-
tan.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müşfik:
şefkatli, merhametli,
acıyan; seven, sevgi ve ilgi
gösteren.
musibet:
felâket, belâ.
muzaaf:
kat kat, iki kat, iki
misli, katmerli.
nam:
ad, isim, lâkap.
nevi:
çeşit, tür.
nispeten:
nispetle, kıyaslaya-
rak.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
rabian:
dördüncü olarak, dör-
düncü derecede.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
ruhen:
ruh bakımından, ruh
yönünden, ruh olarak.
sair:
diğer, başka, öteki.
şakirt:
talebe, öğrenci.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
şeffaf:
saydam.
selâmet:
salimlik, eminlik; sı-
kıntı, korku ve endişeden uzak
olma.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
sirayet:
birinden diğerine geç-
me, bulaşma.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tasannu:
yapmacık.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
vehham:
çok şüphe ve ves-
vese eden, çok kuruntulu; ve-
himli, kuruntulu.
yâd:
anma, hatıra getirme.
zemin:
yer.
zerafet:
incelik, zariflik.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 506 | Şualar
1...,496,497,498,499,500,501,502,503,504,505 507,508,509,510,511,512,513,514,515,516,...1581
Powered by FlippingBook