Şualar - page 514

Kardeşlerim!
Gaflet ve dünyaperestlikten çıkan dehşetli bir enani-
yet, bu zamanda hükmediyor. Onun için ehl-i hakikat,
hatta meşru bir tarzda dahi olsa, enaniyetten, hodfüruş-
luktan vazgeçmeleri lâzım olduğundan, Risale-i Nur’un
hakikî şakirtleri, buz parçası olan enaniyetlerini şahs-ı
manevîde ve havz-ı müşterekte erittiklerinden, inşaallah
bu fırtınada sarsılmayacaklar
.
evet, münafıkların ehemmiyetli ve tecrübeli bir plânı,
böyle her biri birer zabit, birer hâkim hükmündeki eşha-
sı, müşterek bir meselede böyle kaçınmak ve bir birini
tenkit etmek asabiyetini veren sıkıntılı yerlerde toplattı-
rır, boğuşturur, manevî kuvvetlerini dağıttırır. sonra,
kuvvetini kaybedenleri kolayca tokatlar, vurur.
Risale-i
Nur Şakirtleri, hıllet ve uhuvvet ve fenâfilihvan mesleğin-
de gittiklerinden
, inşaallah bu tecrübeli ve münafıkane
plânı da akim bırakacaklar.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
eski zamanda, bir şeyhin müritleri pek çok olmasın-
dan, o memleketin hükûmeti siyasetçe telâş edip, onun
cemaatini dağıtmak istemiş.
o zat, hükûmete demiş: “Benim yalnız bir buçuk mü-
ridim var, başka yok. İsterseniz tecrübe edeceğiz.” o zat,
bir yerde çadır kurdu, kendi binler müritlerini oraya
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
asabiyet:
sinirlilik.
aziz:
muhterem, saygın.
cemaat:
topluluk, aralarında çeşitli
bağlar bulunan insanlar toplulu-
ğu.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dünyaperest:
dünyaya tapan, dün-
yaya düşkün, tamahlı, hırslı kim-
se.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayanlar,
gerçeği bulup onun peşinden gi-
denler; Allah adamı.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
fenâfilihvan:
tefânî, kardeşlerin
birbirlerinde fânî olması, yok ol-
ması.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzularına
dalmak.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
yargıç.
havz-ı müştereke:
ortak havuz;
ortaklaşa olarak bir işe girişme.
hıllet:
samimî dostluk, cân ü gö-
nülden olan dostluk, samimî ar-
kadaşlık.
hodfüruş:
kendini beğendirmeğe
çalışan, kendini satan, övünen,
övüngen.
hükmetme:
hakim olma, işleme.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
kuvvet:
güç, kudret.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
memleket:
bir devletin toprağı,
ülke, yurt, vatan, diyar.
mesele:
önemli konu.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
meşru:
şeriata uygun, şer’an
caiz, şeriatın müsaade ettiği
şey.
münafık:
kalbinde küfrü giz-
lediği hâlde Müslüman görü-
nen, kâfirliğini gizleyerek Müs-
lüman gibi davranan.
münafıkane:
münafık olana
yakışır şekilde, münafık gibi,
münafıkça, münafıklıkla, iki
yüzlülükle, bozgunculukla.
mürit:
tarikatte bir şeyh ve
mürşide bağlanarak tarikat
usul ve âdetleri ile tasavvufî
hakikatleri öğrenen kimse; hak-
kın ve mürşidinin iradesine
tâbi olan derviş.
müşterek:
ortak.
plân:
bir şeyi gerçekleştirmek
için yapılan düzenleme.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs;
belli bir şahıs olmayıp, kendi-
sine bir şahıs gibi muamele
edilen şirket, cemaat, cemiyet
gibi ortaklıklar; belli bir kişi ol-
mayıp bir cemaatten meydana
gelen manevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeyh:
tarikat dersi veren ma-
nevî lider, mürşit.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tenkit:
eleştirme.
uhuvvet:
kardeşlik, din kar-
deşliği.
zat:
kişi, şahıs.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 514 | Şualar
1...,504,505,506,507,508,509,510,511,512,513 515,516,517,518,519,520,521,522,523,524,...1581
Powered by FlippingBook