hakaik-ı imaniyeyi öğrenmeden pişman olmaktır. Bu ise,
maddî musibetten daha büyük bir manevî musibettir. Ben
kasem ile temin ederim ki, sizin her birinizden yirmi otuz
derece ziyade bu musibette hissedar olduğum hâlde, ni-
yet-i halise ile faaliyet göstermelerinden, ihtiyatsızlığı yü-
zünden gelen bu musibet on defa daha fazla olsa da yine
onlardan gücenmem. Hem, geçmiş şeylere itiraz etmek
manasızdır; çünkü tamiri kabil değil.
Kardeşlerim!
Merak, musibeti ikileştirir, maddî musibeti kalbde de
yerleştirmek için bir kök olur, hem kadere karşı bir nevi
itiraz ve tenkidi ve rahmete karşı bir nevi ittihamı işmam
eder. Madem her şeyde bir güzellik ciheti var ve rahme-
tin bir cilvesi var ve kader adalet ve hikmetle iş görür; el-
bette bu zamanda umum âlem-i İslâm’ı alâkadar edecek
bir kudsî vazife yüzünden hafif bir zahmete ehemmiyet
vermemekle mükellefiz.
* * *
[Cüz’î ve lüzumsuz bir adî hâlimi si-
ze yazmak icap etti.]
Kardeşlerim!
Benim kat’î kanaatim geldi ki, nazar beni şiddetle mü-
teessir ve hasta eder. Çok defa, tecrübe ettim. Ben ru-
hucânla size her vaziyette arkadaş olmak istiyorum; fa-
kat,
(1)
n
ôr
Ñn
?r
dG n
?o
Ls
ôdGn
h n
Qr
óp
?r
dG n
?n
ªn
÷r
G o
?p
Nr
óo
j o
ôn
¶s
ædn
G
meşhur kaide
Şualar | 521 |
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
ve tayin etmesi.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kasem:
yemin, and, ahdetme.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddüde
mahal bırakmayan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maddî:
madde ile alâkalı, cisma-
nî.
madem:
... -den dolayı, böyle ise.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
musibet:
felâket, belâ, ansızın ge-
len belâ, dert, sıkıntı.
müteessir:
teessüre kapılan, duy-
gulanmış, etkilenmiş.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
niyet-i halise:
halis olan niyet,
her türlü hileden, riyadan, kötü-
lükten uzak olan niyet, samimî
olan gaye.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
ruhucân:
ruh ve can; ruh ve can-
la.
şiddet:
sertlik, katılık; fazlalık, çok-
luk.
tamir:
yapılan hatayı düzeltme.
temin:
güvenlik, emniyet hissi ver-
me, şüphe ve korkuyu giderme.
tenkit:
eleştirme.
umum:
bütün.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşakkat.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilmesi,
düzenli ve dengeli oluş.
adî:
bayağı, aşağı, değersiz.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
cihet:
yan, yön, taraf.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
kıymetsiz, önemsiz, te-
ferruat.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek
bilgi, fayda.
hissedar:
hisse sahibi, hissesi
olan.
icap:
gerekme hâli, lâzım, ge-
rekli, lüzum.
ihtiyat:
ileriyi düşünme, ilerisini
düşünerek davranma, geleceği
düşünerek tedbirli hareket
etme.
işmam:
hafif olarak duyurma,
koklatma.
itiraz:
kabul etmediğini belirt-
me, karşı çıkma.
ittiham:
suç altında bulunma,
töhmetli olma, töhmet altında
olma.
kabil:
mümkün, ihtimal dai-
resinde.
kader:
Cenab-ı Hakkın takdir
1.
Nazar deveyi tencereye, adamı da kabre sokar. (Hadis: Keşfü’l-Hafâ, 2:72.)