Ve onların sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın.
Âmin. Ve kabrinde kur’ân’ı, risale-i nur’u ona şirin ve
enis arkadaş eylesin. Âmin. Ve nur fabrikasına onun ye-
rine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Âmin, âmin,
âmin. siz dahi benim gibi dualarınızda onu yad ediniz.
Bin lisan onun lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir
hayat ve bir dil yerinde manevî bin hayat kazandı diye,
rahmet-i İlâhîden ümitvarız.
* * *
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Cenab-ı erhamürrâhimîn’e hadsiz şükür olsun ki; bu
acip zamanda ve garip yerde talebe-i ulûmun kıymetli şe-
refini ve ehemmiyetli hizmetlerini kazanmayı sizler vası-
tasıyla, bizlere de müyesser eyledi. ehl-i keşf-i kuburun
müşahedesiyle, müteaddit vakıatla, tahsil-i ulûm anında
vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehitler
gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor.
Hatta meşhur bir ehl-i keşfelkubur, vefat eden ve ilm-i
sarf ve nahiv okuyan bir talebenin, “kabrinde Münker,
nekir’e nasıl cevap verecek?” diye murakabe etmiş ve
müşahede edip işitmiş ki:
Melek-i sual, ondan sordu:
? n
? t
`Hn
Q r
øn
e
“
Senin Rabbin
kimdir?
” dediği zaman, o, nahiv dersiyle iştigal ederken
vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş:
“
(1)
r
øn
e
müptedadır,
(2)
n
? t
`Hn
Q
onun haberidir.” nahiv il-
mince cevap vermiş; kendini medresede zannetmiş.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul
eyle!” anlamında duanın sonunda
söylenir.
aziz:
muhterem, saygın.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
inayet
ve rahmet, yardım ve lütuf sahip-
lerinin en merhametlisi olan, şeref
ve azamet sahibi olan yüce Allah
(c.c.).
ciddî:
gerçek, hakikat.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i keşfe’l-kubur:
kabir âleminde
olanları bilen, kabirdeki ölülerin
hâllerini keşfedip doğru olarak ha-
ber veren evliya.
enis:
dost, arkadaş; yar, sevgili,
yoldaş.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
haber:
Arabca dil bilgisinde, isim
cümlelerinde yüklem vazifesi gören
kelime veya kelime grubu.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ilm-i nahiv:
konusu cümle ve
cümlenin yapıları olan Arap dil
bilgisi ilmi.
iştigal:
bir iş işleme, bir işle uğ-
raşmak, bir iş üzerinde çalışma,
meşgul olma.
istimal:
kullanma.
kabir:
mezar.
lisan:
dil.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medrese:
ders okutulan yer.
melek-i sual:
sual melekleri, sorgu
melekleri; Münker-Nekir.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan kimse.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
Münker-Nekir:
sorgu melekleri,
öldükten sonra insanları sorgulayan
melekler.
müpteda:
isim cümlelerinde özne.
murakabe:
kendi iç âlemine bak-
ma, nefsini kontrol altına alma,
Allah tarafından sürekli denetlen-
diğine inanma.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müştak:
arzulu, fazla istekli, iştiyak
gösteren.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
müyesser:
kolaylaştırılmış; nasip
olan.
nahiv:
söz dizimi, cümle bilimi;
sentaks.
rab:
yaratan, büyüten, terbiye
eden.
rahmet:
şefkat etmek, merhamet
etmek, esirgemek.
rahmet-i İlâhî:
Allah’ın sonsuz
rahmeti.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın
temeli ve sebebi olan manevî
varlık.
şehit:
Allah’ın ve yüce dininin
adını yüceltme uğrunda canını
feda ederek savaşta vurulup
ölen Müslüman.
şeref:
manevî büyüklük, yü-
celik, onur.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şükür:
Allah’ın nimetlerine kar-
şı memnunluk gösterme, gerek
dil ile gerekse hal ile Allah’ı
hamd etme.
tahsil-i ulûm:
ilimlerin tahsil
edilmesi, ilimlerin öğrenilme-
si.
talebe:
talep eden, öğrenci.
talebe-i ulûm:
ilim tahsil eden,
ilimlerle uğraşan öğrenci.
ümitvar:
ümitli, umutlu, uman,
ümidi olan.
vakıat:
vakıalar, olaylar, hâdi-
seler.
vefat:
ölme.
yâd:
hatırlama, anma, hatıra
getirme.
zan:
sanma, kesin olarak bil-
meksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme.
1.
Kim?
2.
Senin Rabbin.
o
n
Ü
çÜncÜ
Ş
ua
| 530 | Şualar